İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Katil Devlet Hesap Verecek

Gazeteci ve çevirmen Suzan Zengin’in öldüğü haberleri basında yer aldığında, bir devlet cinayetinin tanıkları haline geldik. Suzan Zengin muhalif bir gazeteci, devletin asla hoş görmem dediği İşçi-Köylü Gazetesi’nin bir çalışanıydı.

Yıllar önce, Hrant Dink katledildiğinde de belirtmiştim: Tiyatro yayınlarımız kendilerini basın yayın dünyasının bir parçası olarak görmeli, bu tip olgulardan soyutlanmamalı. Aynı şey devletin gazeteci olarak kabul etmek istemediği, üzerine terörist elbisesi giydirmek istediği ve nihayetinde katlettiği Suzan Zengin için de geçerli.

ATİK (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu) web sayfasında ölmesi için döşenen yol şu şekilde özetleniyor:

“Suzan Zengin, Sivas doğumlu olup çocuk yaşlarında ailesi ile birlikte Almanya’ya gelip yerleşir. Yaklaşık yirmi yıla yakın bir süre Almanya’da yaşayan Suzan, burada eğitimini bitirdikten sonra, Türkiyeli göçmenlerin sorunları ile ilgilenir. Türkiye’ye döndüğü günden bu güne kadar devrimci kimliği ile bilinen yoldaşımız, Umut Yayımcılığın çıkarttığı İşçi-Köylü gazetesinin Kartal bürosunda görev yaparken, Ağustos 2009’da hain bir komploya maruz kalır. Uyduruk bir gerekçe ile devletin kolluk güçleri tarafından tutuklanır ve iki yıla yakın bir süre tamamen keyfi ve hukuksuz bir şekilde Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde kalır. Yoldaşımızın birçok kronik rahatsızlığı bulunmasına rağmen, bu rahatsızlıkların tedavisi için yürütülen tüm çabalar boşa çıkarılarak tedavisi engellenmiş ve bilerek ölüme terk edilmiştir.”

Suzan Zengin’in Tuzla Aydınlı Cemevi’nde düzenlenen, olayın anlam ve önemine oranla bir hayli mütevazı sayılabilecek cenaze töreninde, Partizan’dan yoldaşları “Katil devlet hesap verecek!” dediler.

Katil devletin ödemesi gereken hesap kabardıkça kabarmaya aday:

“Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, yerel yönetimle çok dilli belediyeciliğe katkı sunduğu için destek verilmesi gerekirken cezaevine konuldu ve orada hastalığı ağırlaştı. Şimdi acilen tedavisi için yurt dışına çıkması gerekiyor. Fakat mahkemenin koyduğu yasak yüzünden çıkamıyor. Tedavisi yapılmadığı için, adeta ölüme mahkûm edilmiş durumda.”

Bu, Kurdocide Watch’un Abdullah Demirbaş’la ilgili yayınladığı rapordan bir alıntı. O da tıpkı Suzan Zengin gibi öldürülmeyi bekliyor. İdam cezası kaldırıldı deniliyor. Doğru, resmen insanların boynuna ip geçirilip, altındaki sandalyeler tekmelenmiyor. Devletin bedenlerine el koyduğu tutuklu insanlar tedavileri engellenerek öldürülüyor.

Oral Çalışlar “Gazeteci Suzan Zengin Öldü” başlığı taşıyan makalesinde, “Suzan Zengin’i öldüren sistem varlığını sürdürüyor” demiş ve ardından şöyle bir not düşmüştü:

“Bir ölüm haberi daha: ‘İçtimaya geç kaldığı’ gerekçesiyle kapatıldığı disiplin koğuşunda gördüğü işkence sonucu 2,5 aydır yoğun bakımda bulunan er Uğur Kantar yaşamını yitirdi.”

Devlete entegre olabilmek için kırk takla atan AKP hükümeti döneminde, Türkiye’de devlet faşizminin ortadan kalktığına değil de, biçim değiştirdiğine tanık oluyoruz. Bu faşizmin kapsama alanı bir hayli genişleyebiliyor. Sözgelimi, simetrik olarak gerçekleştirilen Ergenekon ve KCK tutuklamaları, 12 Eylül darbesinin ardından sağ ve sol aşırılıkları eş zamanlı bastırma iddiasını hatırlatıyor. Çürükleri ayıklıyoruz diyerekten, hapishaneler siyasi toplama kampları haline getirilebiliyor.

Durum öyle bir hal adı ki, haklarında şike soruşturması açılan ve Metris Cezaevi’ne yollanan futbol insanları bile mağdur edilebiliyor. Fenerbahçe seyircisinin Başkan Aziz Yıldırım’a sahip çıkması tuhaf karşılanmıştı. Oysa seyirci tepkisi, resmi adalet anlayışına duyulan tam güvensizliğin dışavurumuydu. Temiz futbol palavrasını yutmamışlardı; belli ki, futbol endüstrisindeki yapısal çürümeye değil, seçici bir operasyon yapılmıştı.

Aziz Yıldırım talihli sayılabilir. Bir ara yaşadığı sağlık sorunlarının ciddi olmaktan çıktığı, Metris Cezaevi’nde görece konforlu bir tutuklu hayatı sürdüğü söyleniyor. Suzan Zengin ya da Abdullah Demirbaş gibi sağlık kontrolleri ve tedavisi engellenmiyor. Ve bu, katletmekte seçicilik oluyor.

Er Uğur Kantar çok talihsizdi: Hiçbir şekilde gözler önünde değildi. Tüm varlığı, asker doğmanın gereği, Başbakan tarafından “peygamber ocağı” olduğu iddia edilen orduya armağan edilmişti. Gözü dönmüş bir şekilde üzerine salınma yetkisini kullanan askerlik arkadaşları tarafından, kaba dayaktan geçirilip susuz bırakılarak katledildi.

Bu durumda, demokratik reform adına, cennetten çıkıp peygamber ocağında kalıcı üs edinmiş dayak ve işkencenin bir sağlık ekibi eşliğinde uygulanmasını mı talep etmemiz gerekiyor? Faşizmlerden faşizm beğen mantığının başka nasıl bir sonucu olabilir ki.

“KKTC’de disiplin koğuşunda gördüğü işkencenin ardından iki buçuk ay komada kalan ve önceki gün tedavi gördüğü GATA’da hayatını kaybeden er Uğur Kantar, dün toprağa verildi. Aile, GATA’da askeri tören istemedi, tabutun üzerine Türk bayrağı konulmasına da karşı çıktı.”

Bu haber, arızalı bir sistemin çarpıcı bir final sahnesine işaret ediyor. İnsanlıktan ümit kesilmediyse, eksik kalan, sanki “Katil devlet hesap verecek!” diyebilecek birileriydi.

Her şeye rağmen, Suzan Zengin’in cenazesini Uğur Kaymaz’ın cenazesinden ayrı düşünmek, düşürmek olur mu?

Suzan Zengin ablam yaşında, Abdullah Demirbaş’la aşağı yukarı aynı yaştayız veya kardeşim sayılır, Uğur Kantar kesinlikle evladım olabilecek yaşta ve bir de, diğerleri var.

Empati kurmaya çalışmıyorum; yazmaya başlamadan önce, zaten kurulmuştu. Asıl dert kader ortaklığı kurmaksa, oyunun konusu besbelli: Katil devlet hesap verecek.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish