İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Haluk Bilginer’in Tiyatromuza Eleştirileri

Milliyet Sanat Dergisi’nin Ekim 2011 sayısında, Asu Maro’nun Haluk Bilginer’le yaptığı söyleşinin magazinel bir çerçeve edinmesi üzerine eleştirilerimi  “Haluk Bilginer Söyleşisi ve Magazin Yayıncılığı”  adlı yazımda yaptım. Aynı yazıda,  Haluk Bilginer’in pek çok insanı kızdıran ya da desteğini alan eleştirilerinin ciddiyetle tartışılmaya değer olduğunu belirttim. Bu yazıda, söz verdiğim gibi, Haluk Bilginer’in eleştirilerini magazinel sunum çerçevesinden soyutlayarak ortaya koymaya çalışacağım.

Söyleşinin birinci ve en fazla yankı uyandıran eleştiri öğesi Devlet Tiyatroları ile ilgili olanı.

Bu konuda Haluk Bilginer’in söylediği şu: Devlet Tiyatroları ortadan kaldırılmalı ve yerine Ulusal Tiyatro kurulmalıdır. Haluk Bilginer’in Devlet Tiyatrolarını kapatma çağrısı, bazılarının iddia ettiği gibi bir yok etme çağrısı değildir.

Peki, Ulusal Tiyatro’yu Devlet Tiyatrolarından ayıran ne?

Ulusal tiyatronun işleyişinde, tiyatrocular proje merkezli ve sözleşmeli olarak çalışacaklar. Buna ihtiyaç var, çünkü memur statüsüne sahip sanatçılar hiç iş yapmadan da aylıklarını alıp hayatlarını idame ettirebiliyorlar. Haluk Bilginer bu eleştiriyi yaparken, Devlet Tiyatrolarının çok büyük oranda halktan alınan vergiyle finanse edildiğini, finansmanın yanlış kullanıldığını ve böyle bir kurumun hiç zaman geçirmeden kapatılması gerektiğini söylüyor. Durum apaçık ortada; Devlet Tiyatroları kapatılmasına itiraz edenler, memur-sanatçı statüsünü korumak isteyenler.

Söyleşide geçen ikinci eleştiri öğesi, bir oyuncunun yakını ya da bizzat o oyuncu vefat ettiğinde, seyirciye söz verildiği gibi o oyunu sergilemenin bir mecburiyet olup olmadığı ile ilgili. Haluk Bilginer’e göre, tiyatro ve özelde gösteri etiği bakımından, böyle bir mecburiyet yok. Hatta bu mecburiyet “ilkesi” kötüye kullanılabilir, örneğin bir çeşit kahramanlık gösterisine dönüşebilir. Oysa bir oyuncunun rolünü icra etme becerisine ket vurabilecek acı kayıplar yaşandığında gösteri iptal edilmelidir, çünkü seyirciye dönük sanatsal sorumluluk yerine getirilemez.

Üçüncü eleştiri öğesi, özel tiyatrolardaki çalışma koşulları ile ilgili. Haluk Bilginer’e göre, tiyatro emekçilerinin sigortasız, hatta bazen yemek paraları bile kendilerine ödettirilerek çalıştırılmasına itiraz edilmesi lazım. Bu duruma yol açanların sosyal haklar adına ortaya çıkması ise samimiyetsizlik.

Dördüncü eleştiri öğesi, kötü bir şekilde sahnelenen, hatta müsamere düzeyinde oyunların tepki görmemesi ve olağanlaştırılması ile ilgili. Haluk Bilginer’e göre, bu tip oyunların tiyatro budur diye sunulması, Türkiye’de tiyatronun gelişmesi önünde bir engel. Ödenekli tiyatrolar da bundan sorumlu. Bu şekilde seyirciyle yapılan sözleşme ihlal edilmiş oluyor. Hak etmediği biçimde kötü oyunlar seyretmek zorunda bırakılıyor.

Beşinci eleştiri öğesi, yönetmen ile sahneye koyduğu oyun arasındaki ilişki ile ilgili. Haluk Bilginer’e göre, bir yönetmenin çıkan oyunu oyunculara teslim etmesi yanlış. Yönetmen oyunun peşinde olmalı, oyuncuya sahip çıkmalı. Fakat böyle yapmayıp oyun çıktıktan sonra ilişkisini koparıp başka bir oyun yönetmeye gitmesi, aylar sonra dönüp gidişat nasıl diye bakması ve sürprizlerle karşılaşması doğru değil.

Altıncı eleştiri öğesi, yönetmen sıkıntısı ile ilgili: Türkiye’de işini bilen, hakkıyla yapan yönetmen bulmak zor. Haluk Bilginer’e göre, kendisinin birlikte çalıştığı Kemal Aydoğan iyi bir yönetmen ve Türkiye’de onun gibi bir tane daha olduğu hayli kuşkulu.

Yedinci eleştiri öğesi, söyleşiye Kemal Aydoğan’ın katılımıyla şekilleniyor: Oyuncuların bir çalışma metodu sorunu var. Öyle ki, profesyonel bir oyuncu rolünü çalışmayı kişisel ön hazırlık ve ezberden ibaret sayabiliyor.

Sekizinci eleştiri öğesi, eleştirmen tavrı ile ilgili: Sahnede, ezberciliğe dayalı oyunculuk gibi açıkça sırıtan sorunlar, anlaşılmaz bir toleransla örtbas edilebiliyor. Bu nedenle, eleştirmen tiyatroya faydalı olmak bir yana, sorunun bir parçası haline geliyor.

Dokuzuncu eleştiri öğesi, yine Kemal Aydoğan’ın katılımıyla şekilleniyor: Tiyatro içinde militarist denilebilecek alt üst ilişkileri ve yaş hiyerarşileri kuruluyor. Sanatsal çalışmada genç kuşak tiyatrocularla eşitlikçi ilişki kurulmuyor. Ölü seviciliğe varan bir geçmiş yüceltmesiyle bugünü var edip ve yarını kuracak değerler önemsizleştirilebiliyor.

Haluk Bilginer’in, kısmen Kemal Aydoğan’ın katılımıyla ortaya koyduğu dokuz eleştiri öğesinin her biri tartışılmaya değer. Profesyonel tiyatro alanında pek çok anekdot eşliğinde anlatılan, üzerinde durulan şeyler bunlar. Sadece yeterince ciddiye alınıp dedikodunun sınırlarını aşacak şekilde yoruma tabi tutulmuyorlar.

Ben her şeye rağmen Asu Maro’nun faydalı bir iş yaptığına inanıyorum. Tiyatromuzda magazin formatında bir şeyler ifade edilmediğinde, tiyatrocularla bir şeyleri tartıştırır gibi yapmak bile çok zor. En azından bunu göstermiş oluyor.

Eleştirilere ilişkin görüşüme gelince, tamamı doğrudur diyebilirim. Fakat ayrıntılara inildikçe, ciddi yorum farklılıkları meydana gelme olasılığı bir hayli yüksek. Örneğin tiyatro dünyası bir yana, Oyun Atölyesi bir yana yaklaşımı tartışmaya epeyce açık. Daha çok tiyatro dünyamız içinde bir ayrışma, mesafe koyma ve hatta meydan okuma tavrından söz edilebilir.

Haluk Bilginer’in profesyonel tiyatro camiasının bir yerlerinden aforozlanma korku ve kaygısı olmadığı çok uzun zamandır belli. Tiyatro pratiğini kurucu ve kurumsal temeller üzerinde gerçekleştirmesi onu cesur, muktedir ve ayırt edici kılıyor. Kim ne derse desin, o tiyatromuzun en avangardı.

Yakın dönem tiyatro tarihi üzerine kafa yoranlar Oyun Atölyesi iddia ettiğim gibi avangard mı, avangardsa bu nasıl bir avangardlık, bir açıklama getirmeye çalışırlarsa pek güzel olur. Yardım isterlerse, kendilerine bazı ipuçları verebilirim.

Son olarak, Nedim Saban’a Bir Derginin Çöküşü tezi ile ilgili belirleyici olduğunu düşündüğüm yapısal bir veri sunmak isterim. Derginin yayın sahibi: DK GAZETECİLİK YAYIN A.Ş. Yani mesele, galiba, Asu Hanım’ı, hatta dergi yönetmeni Filiz Hanım’ı bile A.Ş.makta.

Bu cilalı A.Ş. devri kültür sanat dergiciliği ne getirip götürdü tahlilleri, bildiğim kadarıyla, pek yapılmadı. Meseleyi, özellikle ülkemiz iletişim fakülteleri mezunu, fikri ve vicdanı hür gençlerimizin insafına havale ediyorum. Olası alan araştırmalarında, ampirik temellendirme ihtiyacı doğacaktır mutlaka. Lütfen Nedim Saban’ın yardımlarını almaktan çekinmesinler.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish