İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Genel Seçim Sonuçlarının Gösterdikleri

2007 genel seçimininin en hayırlı sonucu, şoven milliyetçi CHP-MHP bloğunun uğradığı ağır yenilgidir. Yüzbinlerin mobilize edildiği Genelkurmay destekli cumhuriyet/bayrak mitingleri sırasında pekiştirilen ve en azından AKP’nin güçsüz bir hükümet kurmasını sağlayacağı umulan bu siyasi blok, Türkiye’de solu kepaze etme görevini başarıyla yerine getiren CHP’nin uğradığı belirgin kan kaybı nedeniyle, adeta sandığa gömüldü.

Öte yandan, 2007 genel seçiminin, solun, CHP dışında kitle tabanını genişletmesi ve yenilenmesi adına umut veremediği de söylenebilir. İstanbul 2. Bölge’den aday olan Baskın Oran’ın seçilememiş olması, temelde Kürt yüksek siyasetinin seçimlere dönük şaşkın, çelişkili ve manipülatif yaklaşımlarının yarattığı bir sonuçtur. Blok Kürt seçmen tabanına dayanarak Baskın Oran’dan esirgenen, ama Genelkurmay’ı kızdırmayacak şekilde “PKK’siz ve Apo’suz” bir solda birlik projesinin sözcülüğünü yapma misyonu yüklenenen Ufuk Uras’a hediye edilen milletvekkilliği, güya “dost” parti ÖDP’ye yapılan bir jesttir. Türkiyelileşmeyi yıllardır halk tabanını kapsayarak ve kişilikli aydınlarla diyalog kurmaya çalışarak değil, seçim rüşvetini dahi meşrulaştırarak gerçekleştirmenin peşinde koşanların bu manevrasının tutabileceğine (reel politik amaçlarına hizmet edebileceğine) en azından ben pek ihtimal vermiyorum. Zaten Ufuk Uras, genel seçimlerin hemen ertesinde televizyon ekranlarında yaptığı açıklamalarda, kendisini milletvekilliğine taşıyan Kürt seçmen kitlesinin somut sorunlarına hiçbir şekilde değinmeden, soyut bir şekilde CHP’ye alternatif bir sol partinin gerekliliğine vurgu yapmaya başlamıştır.

“Adaylığa odun koysak onu da seçtiririz” diyenlerin bir kez daha haklı çıktığı iddia edilebilir. Fakat, durumun pek böyle olmadığını gösteren istatistiki veriler ortadadır. Kürt seçmen kitlesini içerden kuşatan AKP’nin başarılı seçim performansı, Türkiyelişme politikası sözde kalan DTP’nin etnik ve bölgeci bir parti olarak dahi varlığını sürdürmesinin zora girdiğini gösteriyor. Örneğin Kürtler’in gayri resmi başkentleri olarak kabul ettikleri Diyarbakır’da AKP’nin DTP’yi geçme ihtimalinin belirmesi dikkat çekicidir. 2004 yerel seçimlerinde Türkiye’nin batısında görünür hale gelen kan kaybının bölgeye de sıçradığı ve katlanarak devam ettiği görülmektedir.

Tarhan Erdem gibi dürüst ve güvenilir kamuoyu araştırmacılarının çok önceden ortaya koydukları bu gerçek, Kürt yüksek siyasetine yön verenlerin kaale almadıkları ve kurumsal rant peşinde koşan kadrolar eliyle sivil daralmayı pekiştirdikleri tasfiyeci bir sürecin ürünüdür. Kürtler arasında, şoven Türk milliyeçiliğinin kışkırttığı “namus belasına” yandaş olma devri hızla sona ermekte ve kurumlara verilen halk desteği zayıflamaktadır. Marjinalleşme tehlikesinin gelip kapıya dayandığı ayan beyan ortadadır. Buna karşılık, şoven Türk milliyetçiliğinin karşısına aldığı ve hatta Barzanici ilan ettiği AKP, DTP’den uzaklaşan yüzbinlerce Kürdün evi olmasa bile, en azından sığınağı haline gelmektedir. DTP adına parlamentoya yirminin üzerinde milletvekili sokmayı başarı olarak kabul eden ve hemen davullu zurnalı kutlama organizasyonlarına girişenlerin dönüp 2002 seçimlerine ve bu seçimlere bağımsız girildiği takdirde ortaya çıkacak sonuca bakması yeterli olacaktır. Yanlış hatırlamıyorsam, 2002 genel seçiminde, 50’nin üzerinde milletvekilini parlamentoya gönderme potansiyeli vardı; üstelik, oy tabanı daralma değil düzenli olarak genişleme eğilimindeydi.

Ortaya çıkan mevcut tabloya bakılarak, Kürt halkının hak ve özgürlükler mücadelesinin zora girdiğini tespit etmek mümkündür. Gerileme içinde ve kitle temeli her seçimde biraz daha aşınan bir siyasi hareketin kendisini muhatap olarak kabul ettirmesi kolay değildir. 2000’li yıllarda Kürt Özgürlük Hareketi’nin kurumlarında yaşanan gelişmeleri yakından takip etme şansını yakalamış birisi olarak, Kürt yüksek siyasetinin ve bu siyasetten sorumlu kadroların yarattığı sürdürülemez kargaşa ve daralma eğiliminin kolay kolay ortadan kalkabileceğine inanmıyorum. Abdullah Öcalan’ın siyaseten içinde piştiği marksist ve baasçı otoritaryen geleneğe zıt bir şekilde “Savunmalar”da ortaya koyduğu özgürlükçü önermeler ve kurumları acilen halkla bütünleştirme uyarıları yürütücü kadrolar tarafından kaale alınmamış ve büyük bir dirençle karşılaşmıştır. Yine de, asıl sorunun özgürlükçü bir toplumsal kültür yaratmak olduğu söylenebilir; toplumsal denetimden uzak seçkinci yüksek siyasetin yozlaşması ve halkın taleplerini temsil etme yeteneğini yitirmesi kaçınılmazdır. Kısmen parlamentoya taşınma fırsatı bulmuş ve milletvekili sayısı kaç olursa olsun etkinlik gösterme şansı çok büyük Kürt yüksek siyasetinin “DTP PKK’ye terörist diyecek mi demeyecek mi?” tartışmalarına ve sıkıştırmalarına malzeme olmak yerine somut ve toplumsal gereksinimleri ciddiye alan politik önermelerle ortaya çıkması da, her şeyden önce bu politikaların tespitinin toplumla birlikte tartışılmasına ve belirlenmesine bağlıdır.

Bir hayalden mi söz ediyoruz? Bu soru DTP’li milletvekillerinin iyi niyetine ve fedakarlık kapasitelerine bırakılamayacak toplumsal bir sorumlulukla yanıtlanmak durumundadır. Leyla Zana gibi DTP’nin ve hatta Türkiye’deki barış ve kardeşlik yürüyüşünün başına yakıştırılan siyasetçilerin dahi nasıl kısa zamanda etkisiz hale geldiğine/getirildiğine ve hatta “Değerli hizmetleri olmuş bir arkadışımızdır, ama ‘eyalet’ demekle hata etmiş” türünden ifadelerle müzelik ilan edildiğine tanık olmadık mı? Yüksek siyaset ve ana akım medyanın “Aysel Tuğlukin Leyla Zana out” türünden magazinel yaklaşımlarının Kürt halkının yaklaşımı olduğunu kim iddia edebilir?

Yüksek siyaseti denetlemek ve belirlemek adına marjinal fayda sağlamanın ötesine geçebilen özgürlükçü bir toplumsal örgütlenme yaratmak, hiç kuşkusuz devrim yapmak anlamına gelir. Bunun temel bir insani ihtiyaç ve gerçekleştirilebilir olduğunu ya da tersine gerçekleşemeycek bir ütopya olduğunu düşünenler var. Öte yandan, özgürlükçü bir toplum projesini hayata geçirmek adına marjinal faydanın, örneğin genel seçimde Kürtler’e karşı savaş çığırtkanlığı yapan asker ve sivil seçkinleri sandığa gömmenin önemini inkar etmeden yürümeye devam etmek gerekiyor. İflah olmaz özgürlükçülerin ütopyayı toplumun önüne koşmak gibi kuşku verici tutarsızlıklara yönelmeden gayet pratik davranmalarında fayda var.

tr_TRTurkish