İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Etnik Ayrımcılığa Karşıtlığın Feminizmle İmtihanı

Nişanyan ailesi içinde yaşanan ve resmi güvenlik güçlerine (jandarmaya) yansıyan vahim bir şiddet olayının ardından, feministlerle Agos gazetesi, toplumsal muhalefet adına pek de iç açıcı olmayan bir karşılaşma yaşadı.

Burada “feministler” derken kendisine “feministim” ya da “feminizmi destekliyorum” diyenlerin tamamından söz etmek mümkün değil elbette. Örneğin, Perihan Mağden, “1 kavanoz dışşkının 40 satırı” adlı Radikal gazetesindeki yazısında (29 Haziran 2008), Nişanyan ailesi içinde yaşanan olayın Müjde Hanım tarafından resmi güvenlik güçlerine yansıtılmasının yanlış olduğunu ve olayın kadına dönük şiddet bağlamında sorunsallaştırılmasını doğru bulmadığını yazmıştı.

Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Etyen Mahçupyan, gazetenin yazarlarından Sevan Nişanyan’ın yazılarını yayımlamama yönündeki talepleri geri çevirdi ve feministlerin, bir yanıyla ailevi diğer yanıyla adli bir olayı yanlış değerlendirdiğini belirtti. Agos gazetesinin bu tavrı feministler arasında hayal kırıklığı yarattığı gibi, bir araya gelmesinin hayırlı olduğu düşünülen etnik ayrımcılığa ve cinsiyetçiliğe karşı mücadelenin moral bir yara almasına da neden oldu.

Pratik olarak mesele şudur: Olayı kadına dönük şiddet bağlamında sorunsallaştıranlar Agos’a desteklerini geri mi çekecekler? Bir yanda Hrant Dink cinayetinin alevlendirmiş olduğu dayanışma duygusu, diğer yandan feministlerin tartışmalı  ve birçok yönüyle Etyen Mahçupyan tarafından doğru bir şekilde eleştirilen protestolarını ciddiye almayan bir yayıncılık anlayışı. Sonuçta, toplumsal muhalefet açısından kırk katır mı kırk satır mı durumu ortaya çıkmış oldu.

Denilebilir ki, aslında olayı çok da ciddiye almamak lazım. Kadın tarafın mağdur olduğu açık görünmekle birlikte, bir aile kavgasının bu kadar tartışılması toplumsal muhalefet içinde seviye kaybı ve magazinleşmeden başka bir sonuç üretmiyor. “Müjde Hanım keşke jandarmaya şikayet etmeseydi” tavrına bu kaygıların eşlik ettiği de iddia edilebilir. Fakat sorun şu ki, Müjde Hanım jandarmaya ya da polise değil de kime şikayet edecekti?

Geleneksel toplumlarda dahi kadını erkek şiddetinden korumaya dönük bazı insani ilişkiler ağı örgütlenmiştir. Örneğin kadının erkek kardeşleri, koca şiddetine karşı bir güvence haline gelebilir. Erkek kardeşlerin kız kardeşlerine sahip çıkması, kadının kocaya tam olarak mal edilmemesi ve çıktığı eve aidiyetinin zayıf da olsa muhafaza edilmesi, ahlaken yüceltilen bir tutumdur. Müjde Nişanyan örneğinde, jandarmaya oynatılan rol, bir yanıyla geleneksel toplumlarda erkek kardeşlere oynatılan role benzemektedir: Erkeğin karşısına erkeği dikmek. Sevan Bey tabii ki Müjde Hanım’a koyduğu postayı jandarmaya da koyamazdı; koysa bile, muhtemelen bedelini öder ve yaptığına yapacağına pişman olurdu.

Kadınlara erkekler karşısında eşit haklara sahip olma sözü veren modern toplum, cemaat örgütlenmesini terk ettiği ve bireye vurguyu arttırdığı ölçüde, kaybedilen bir şeyler de oldu: Örneğin, ciddi bir eleştiri süzgecinden geçirilmesi ve dönüştürülmesi gereken özyönetim kültürü işletilemez hale geldi. Birey yalnızlaşırken, haklarını bin bir zorlukla ve ancak aşama aşama elde eden, açık ve gizli biçimlerle tekrar tekrar üretilen  erkek egemen sistem içinde yaşamaya mahkum edilen kadınlar bu durumdan çok daha kötü etkilendiler.

Müjde Nişanyan’ın yaşadığı sorun, temelde maruz kaldığı aşağılamayı taşıyacağı ve çözüm üretebilecek cemaat yapılarının yokluğuna dayanır. İşte o zaman, jandarmaya taşınmaması makul görünen bir sorun, jandarmaya taşınarak, modern toplumun kadına sağladığı kamusal güvence öne çıkarılmış olur. “Aile içi mesele” ve “mesele dışarıya taşırılmamalıydı” yaklaşımları, temelde bireyci ve (çekirdek) aileci önyargılara dayanmakta ve modern toplumun tahrip ettiği cemaat yapılarının eleştirisi ve dönüştürülmesi meselesini gündemden düşürmektedir.

Agos gazetesi, çalışanları ve kurduğu iç düzenle bir cemaat yapısı olarak değerlendirilebilir. Etyen Mahçupyan’ın yanıldığı nokta, olayın “aile içi mesele” olmaktan çoktan çıkmış olması ve belki de gereksiz bir şekilde kamusal bir teşhirin yaşanmış olmasıdır. Eğer Müjde Nişanyan haksızsa, Sevan Nişanyan’a sahiplenmek asıl mağdurun o olduğunu iddia etmek kaçınılmazdır. Yok eğer ortada etik olarak sorunsallaştırılabilecek ciddi bir mesele varsa, konu jandarmanın görev alanına havale edilmeyip Agos cemaati tarafından da değerlendirilmek durumundadır.

Toplumsal muhalefet açısından paradoks şudur: Diyelim ki, konuyla ilgilenen feminist çevreler Sevan Nişanyan’ı protesto ediyorlar; üstelik bunu, etnik ayrımcılık baskısı altında yaşayan ve belki de “istikrarsızlaştırma” operasyonunun listesindeki bir aydına karşı yapıyorlar. Bu tip paradoksların aşılması için feminist duyarlılığın feda mı edilmesi gerekiyor? O zaman, her bileşeni kendi yolunda yürüyen (uzun zamandır daralıp toplumsal işlevi azalan) parçalı ve ortak programdan yoksun bir muhalefet anlayışının doğallaşmasına da şaşırmamak gerekir. Bu tip sorunların çözüm yeri esas olarak toplumsal muhalefetin bileşeni cemaat yapılarıdır. Bu bir gazete de olabilir, dernek de, parti örgütü de… Kendi alternatif hukuk ve disiplin sistemini tartışma ve kurma arayışını önemsizleştirmek ve kurulu düzen yapıları karşısında protest tavır almak ve tepki üretmekle yetinmek, cemaat yapılarındaki özyönetim kültürünün azgelişmişliğine işaret eder. Bu da, alternatif oluşturma iddiasını büyük ölçüde geçersizleştirir.

Nişanyan vakasında, feminist çevrelerin şu ya da bu yanlışı olduğu söylenebilir ve eleştirilebilir. Çeşitli feminist çevrelerin konuyu yüzeysel ve protest bir şekilde ele alma tavrını ve bu tavrın otoritaryen ve dogmatik sol gelenekle bağlantısını keşfetmek için dahi olmaya gerek yok. Fakat Agos yönetimi, ilkesel olarak feminizmle imtihanında sınıfta kalmıştır. Meseleyi “Sevan Nişanyan Agos’ta yazsın mı yazmasın mı?” tartışmasına çevirmek doğru değildir. Kurumsal işleyiş açısından nasıl bir yaptırımın uygulanması gerektiğine karar verecek olan, olayı yakından inceleyebilecek ve peşin hükümlü olmaması gereken ilgili cemaat yapılarıdır – ki bunlardan birisinin de Agos gazetesi olduğuna kuşku yoktur. Bu yaklaşım tutarlı ve kararlı bir şekilde geliştirilmeyince, olay aile içi mesele mi, jandarmalık mı, yoksa her ikisi mi ikilem ve münazaralarının inşasına tanık olmak kaçınılmaz hale geliyor.

Görebildiğimiz kadarıyla, sorun ne aile içinde ne de mahkemelerde çözülebilecek cinstendir. Bu konuda inisiyatif almayıp sorumsuzluk sergileyen Agos yönetimi, Hrant Dink cinayeti sonrasında belki de fazlasıyla ağırlaşan bir yükü taşımak zorunda kaldığı, ama bu yükü taşımakta zorlandığı mesajını veriyor.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish