Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1980’lerin sonundan itibaren artık inkârcılığın işlemediği Kürt sorununu yönetilebilir bir kriz olarak ele alıp çözümsüzlüğe mahkûm etmek, TC devletine 1990’lardan bu yana hâkim politikadır. Oyunun kuralları bir yerde basittir: PKK Kürdistan’ı tamamen kontrol altına alabilecek düzeyde ordulaşamadığı ve askerden fazla gerilla öldüğü sürece mesele yoktur. Aktütün Karakolu baskınında olduğu gibi arada sırada asker ölümleri onlu sayılara ulaşır ve bu da medyaya yansırsa biraz sorun yaşanmakta, ama yine medya eliyle konu kapatılmakta ve propaganda aygıtı rutin işleyişini sürdürmektedir.
Son aylarda, TC devleti açısından krizin kontrol dışına çıktığı ve yönetilemez hale geldiği görülüyor. Propaganda aygıtının aksadığını en iyi Genelkurmay biliyor ve öfke gösterileri eşliğinde barış olasılıklarını tartıştırmamak için azami gayret sarf ediyor. Önceki sivil hükümetler gibi AKP hükümeti de Kürt sorununda inisiyatifi orduya devretmiş durumda. Fakat çığırından çıkmak üzere olan bir şeylerin olduğunu herkes hissediyor. Örneğin Genelkurmay politikalarını sorgulayan otuz bin tirajlı Taraf gazetesinin gündemi belirleme gücü buna işaret ediyor.
Dönemsel olarak, Türkiye üzerinde etkileri yeni yeni hissedilmeye başlanan küresel ekonomik kriz belirleyici bir değişken olarak devrededir. AKP hükümetini oldukça rahatlatan ve reel ekonomik gelişmelerle desteklenmeyen balon niteliğindeki büyüme döneminin sonuna gelinmiş durumda. Resesyona girmesi kaçınılmaz Batı ekonomilerine hem mali hem de ticari olarak bağımlı Türkiye ekonomisinin çok ağır darbeler yiyeceği günler yakındır.
Dünya 2008 ekonomik krizi kısa vadeli ve yerelleştirilebilecek cinsten değildir. Bu nedenle, krizin kapsamını ve öngörülemeyen sonuçlarını vurgulamak için “buhran” terimi daha uygun görülüyor. Söz konusu olan sistemik bir krizdir. Sermayenin denetimi ve tasarrufu hızla devletin eline geçmekte ve ancak yıkım süreci tamamlandıktan sonra kapitalizmin yeniden canlandırılması ümit edilmektedir. Bush yönetiminin dahi “sosyalist” önlemler almak zorunda kalması para piyasalarında dalga geçme konusu haline gelmiştir. The Economist dergisi, “Capitalism At Bay” diyerek kapitalizmin köşeye sıkıştığını açıkça kabul etmekte ve devletin eline düşen sermayeyi yeniden özel sektöre devredeceği günlerin bir an önce gelmesini temenni etmektedir.
Türkiye için hayati önem taşıyan konu, oluşacak ekonomik hasarı azaltmak için daralan Batı pazarının alternatifini yaratıp yaratamayacağıdır. Alternatif ise, Ortadoğu ülkeleri ile ticaret hacminin artmasıdır. Sorun şu ki, Ortadoğu ülkeleri ile ticaret hacminin artması, TC devletinin Ortadoğu’daki Kürt varlığına saygı göstermesi ve kendi sınırları içinde yaşayan Kürtlerle barışmasından geçiyor. Hatırlanacak olursa, PKK’yi himaye etmekle suçlanan Kürt Bölgesel Yönetimi’ni (KBY) uyarmak ve de yıpratmak amacıyla, sınır kapılarını kapatma tehditleri savurmak bir dönem moda haline gelmişti. Bu tehditlerin altının boş olduğu ve KBY’yi atlayarak (bypass ederek) keyfi bir şekilde Irak’la ilişkilerin kurulamayacağı biliniyordu. Bugün, KBY’yi ekonomik yaptırım uygulamakla tehdit etmek gülünç ötesi bir girişim olacaktır. Öyle ki, durumun tersine dönerek, KBY’nin Türkiye’yi ekonomik yaptırımla tehdit etme gücü oluşmuştur bile denilebilir. Buna karşılık, AKP hükümetinin Kürtleri, özelde Kürt Bölgesel Yönetimi’ni (KBY) kale almadan ABD kontrolündeki Arap sermayesini ülke içine çekmesinin mümkün olduğu iddia edilebilir. Fakat, bu yönde girişimleri olsa da, AKP hükümetinin gerçekçi bir şekilde Güney Kürdistan ve hatta Ermenistan’la ilişkilerini düzeltme yolunda adımlar attığına dikkat etmek gerekir.
Türkiye’nin ekonomik olarak güvenlikli bölge olduğunun gösterilmesi için gerekli adımların Genelkurmay tarafından boşa çıkarılması bir yerde kaçınılmazdır. Genelkurmay yeni bir peşmerge-gerilla çatışması yaratmak istemeyi ve askeri harcamalarda har vurup harman savurmayı sürdürmektedir. Son olarak, İsrail’den gerilla karşıtı istihbarat toplamak için alınan ve 200 milyon dolar civarında harcama gerektiren Heron tipi casus uçaklarının nihayet teslimatının yapılacağı müjdesi verildi. Küresel ekonomik buhran döneminde hem Ortadoğu açılımını zora sokmak hem de suyu yeterince çıkmış savaş ekonomisinde ısrar etmek, TC devletinin intihar psikolojisine sürüklendiğini göstermektedir.
Kürt sorununu kriz olarak yönetmeyi zora sokan ve küresel ekonomik krizle eş zamanlı meydana gelen bir olgu da, Kürt sivil direnişinin kendisini göstermesidir. Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki yetkililer tarafından aşağılanmasına karşı başlatılan protesto eylemleri, hali hazırda tepkiseldir ve kapsamlı bir demokratikleşme programına sahip değildir. Bununla birlikte, bir kez sivil direniş devreye girdiğinde, TC devletinin terör retoriği tuzla buz olmakta ve Türkiye’de bir Kürt isyanı yaşandığı gerçeği hatırlanmaktadır. Kürt sivil direnişi vesilesiyle bir kez daha kriminalize edilen DTP’nin kapatılmasında yaşanan gecikme, Kürdistan’ın elden gittiği hissiyatının artmasındandır. DTP kapatıldığında, kabul edilsin ya da edilmesin, PKK dolaylı değil, doğrudan muhatap haline gelecektir.
Artık kontrol edemediği krizin derinleşmesi TC devletini iki seçenekle karşı karşıya bırakmaktadır. Ya faşizm ya da küresel ekonomik krizin Türkiye üzerindeki yıkıcı etkilerini de bertaraf edebilecek barışçı ve sosyal açılım. Küresel ekonomik krizin etkilerini minimuma indirmeyi savunan siyaset ikinci seçeneğe yönelecektir. Fakat, AKP hükümetiyle birlikte Genelkurmay hiyerarşisini de tehdit eden Ergenekon örgütünün üzerine gidilmesi faşizm seçeneğinin gündemden düştüğünü göstermiyor. Genelkurmay tarafından düzenlenen iade-i itibar ziyaretleri bunu açıkça göstermiştir. Yine, ikinci seçeneğin siyasi aktörlerinin kimler olabileceği hali hazırda bir muammadır. Bu konuda öne çıkması gereken siyasi aktör Kürt hareketidir. O da, geçmiş yıllarda Kürdistan’da yaşadığı gerilemeyi AKP-DTP çatışması üzerinden ortadan kaldırmakla sınırlı bir taktik anlayışa gömülmüş görünmektedir. Açılım diye takdimi yapılan çatı partisi girişiminin işlevsizliği ya da vitrin niteliği ise, son protesto gösterileri sırasında bir kez daha kanıtlanmıştır. “Bu Ateş Sizi de Yakar” sloganının çatı partisi girişimi ile ilişkisini kurmak çok zordur.
Sonuç olarak, TC devletinin Kürt sorununu yönetilebilir bir kriz olarak ele alma döneminin kapandığını, ama yeni döneme cevap olabilecek bir siyasi irade şekillenmesinin henüz uzak olduğunu söyleyebiliriz. Yerel seçimlere kadar olan dönemde bu belirsizlik ortadan kalkacak gibi görünmüyor. Yerel seçimler, hem küresel ekonomik krizin etkilerinin yoğun olarak hissedileceği hem de Türkiye çapında temsili siyasi dağılımın netleşeceği bir dönem olacaktır. CHP-MHP karşısında AKP’nin gücünü koruduğu ve Kürt hareketinin geçmiş kayıplarını büyük ölçüde telafi ettiği bir ortam, demokratik seçeneğe yönelme şansını arttıracaktır denilebilir. Büyük ölçüde Ergenekon örgütünün manipüle edip dağıttığı sol hareketin toparlanmasını ve yerel seçimlerde yığınsal bir güç olarak sahneye çıkmasını beklemek ise hayalcilik olacaktır.
İlk yorum yapan siz olun