İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye ve Çokkültürlülük

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi bir hayal olmanın ötesine geçip ciddi bir olasılığa dönüşünce, ‘demokratik istikrar’ diyebileceğimiz bir zorunlulukla karşı karşıya kalındı. Hiç kuşkusuz demokratik istikrarın karar verici unsurlarından birini Kürt sorunun çözümü oluşturuyor. Eğer sorunun çözümünde AB sürecine endeksli adımlar atılacaksa, Kürtlerin ‘Kürdistan’ konseptini siyasala sınırları içerecek şekilde ele almaması, buna karşılık devletin Kürtlerin kültür düzeyinde özgül haklara sahip bir halk olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Ortada basit olarak azınlık statüsüne sokulamayacak yüksek nüfusa sahip yerli bir halk olduğu için, Türkiye Cumhuriyeti devletinin çokkültürlü bir toplum yapısını içine sindirmesi Kürt sorununun çözümünde belirleyicidir.

Günümüzde devletlerin siyasal sınırlarını homojen ulus ve homojen kültür temelinde kurgulamaları iyiden iyiye geçerliliğini yitirirken, ‘çokkültürlülük’ konsepti yaygınlık ve kuvvet kazanıyor. Dünya üzerinde şu kadar sayıda egemen devletin ve ulusun olduğu, şu ya da bu nedenle devletleşemeyen halkların basit olarak ‘kaybedenler’ hanesine yazılması gerektiğine dair kabullerin çöküşüne tanık oluyoruz. Tarih İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Batı’nın merkezi ve egemen kabul ettiği kültür paradigmasının aşama aşama çöktüğüne tanıklık etti. Yok etmek, yok sayma ve özümseme (asimilasyon) sınırlarına dayandı. Dünyada ne yok etmeyle ne yok saymayla ne de özümsemeyle tüketilemeyecek kadar zengin ve dirençli kültürlerin var olduğu kabul edildi. Bu olgu biraz gecikmeli olarak Türkiye’de yaşanıyor.

Türkiye toplumu çokkültürlü bir yapılanmaya hazır mi? Mevcut durumun pek iç açıcı olmadığı söylenebilir. Yaygınlık kazanmaması kaydıyla Kürtçe türkü söylemenin, yazılı eserler yayınlamanın ötesinde kültürel bir özgürlük yok. Örneğin, Kürt dili öğrenimi hala resmi kurumlar veya resmi olarak onaylanmış özel kurumlar aracılığıyla verilemiyor. Devletin çokkültürlü bir toplum yapılanması projesine korkuyla yaklaştığı, geleneksel reflekslerini koruduğu ve hazırlıksız olduğu çok açık.

Asıl mesele aydınların ve toplumun çokkültürlülük projesine nasıl yaklaştığı. Aydınlar ve toplum cephesinde olup bitenler genel hatlarıyla söyle özetlenebilir: Hak ve özgürlüklerine duyarlılık geliştirmiş Kürtler talep ediyor, geriye kalanlar ya seyrediyor ya da karşı çıkıyor. Bu durum devam ettiği sürece ortaklaşarak çözümlenmesi gereken Kürt sorunu kronikleşmekten kurtulamaz. Çokkültürlülük halklar arası diyalog ve yakınlaşmanın artmasıyla mümkün. Özellikle ‘bakalım devlet ne yapacak?’ diye bekleyip atalete sürüklenen miskin demokratlar, meydanı önünde sonunda başlarına bela olacak çözüm karşıtlarına bırakıyorlar.

Yirmi birinci yüzyıla gererken Türkiye toplumunda demokrasi ve barışın teminatı olma misyonunu esas olarak Kürt muhalefeti taşıyor. Bu, Kürtlerin modernleşmesi adına çok önemli bir sıçrama. Fakat, çokkültürlülük projesiyle desteklenmeyen demokratikleşme ve barışın içinin ister istemez boşalacağı bir sır değil.

Çokkültürlülük projesi çerçevesinde özellikle sanat alanında yapılabilecek çok şeyin olduğu söylenebilir. Dünyada birçok öncü sanatçının çeşitli alanlarda coğrafi ve etnik çeşitliliği temel alan arayışlara girdiği, hatırı sayılır sonuçlara ulaştıkları unutulmamalı. Önümüzdeki hafta bu alanda yaşanan bazı tartışmalara değinmeye çalışacağım.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish