İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Entelektüelin Siyasi İşlevi -I-

Fransız filozofu Michel Foucault’nun Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan ‘Entelektüelin Siyasi İşlevi Üzerine’ adlı kitabını okuduğumda, bir kez daha lise yıllarından itibaren tartışmaya başladığımız bazı temalar kafamda canlandi.1980’in hemen ardından, zaman zaman sosyalist devletlerin konumunu sorgulayan bazı tartışmalar yapıyorduk. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, Althusser’in sosyalist ülkelerdeki muhalefetle ilgili yaptığı bir konuşma metninde iki noktanın altı çiziliyordu: Birincisi, sosyalist ülkelerin ve Marksizmin bunalımına işaret ediliyordu; ikincisi, sosyalist ülkelerde muhalefetin üzerine baskıcı politikalarla gidildiğini kabul ediyor, ama söz konusu muhalefetin sözcülerinin burjuva demokratik yaklaşımların etkisiyle hareket ettiğini belirtiyordu. Anti-komünist yazar Milan Kundera’nin Batı kapitalizmini kötünün iyisi olarak nitelemesi ikinci noktayı örnekler.

1989 sonrası, sosyalist devletlere dönük kuşkuların yerini kesinliklere bıraktığı dönemdir. Bugün, sistem karşıtı muhalefetin çeşitlendiği, şu ya da bu düzeyde anarşizan temalara yöneldiği ve yeni biçimleriyle küresel kapitalizm karşıtı eylemlere damgasını vurduğunu görmek zor değil. Meksika’daki Zapatista hareketini veya Kürt özgürlük hareketini Ortodoks sosyalist programa sahip ulusal kurtuluş hareketleri olarak yorumlamak veya geleneksel ‘ulusların kaderlerini tayin hakkı’ çerçevesinde devindiklerini söylemek de mümkün değil. Bu gibi hareketlerin deneysel bir karaktere sahip olduğunu saptamak gerekiyor. Artık hazır reçeteler yok. ‘Michel Foucault’ ismini ilk defa lisedeki Fransızca felsefe öğretmenimiz Olivier Abel’den duymuştum. Olivier Abel Türkiye’deki sistem karşıtı muhalefete ilgi duyan bir kişiydi. Müthiş bir esnekliğe ve demokratik bir duyarlılığa sahipti. Ders verme tarzı ise oldukça canlı ve uyarıcıydı. O yıllarda Galatasaray Lisesi’nde Fransızca eğitimin ortaokul sonrasında aşırı zayıflamış olması çoğu öğrencinin onunla diyalog kurmasını engelliyordu. Fakat en azından, Foucault’nun Nietzche’den esinlenerek ‘iktidar’ konseptine farklı bir yorum getirdiğini, bu yorumun sistem karşıtı muhalefetin ciddiye alması gerektiğini öğrenmiştik. Althusser’den farkı Marksizmle ilişkisinin bir yenileme girişimi değil de kopuş olmasıydı.

Üniversiteye girdiğimizde (1984) politik duyarlılığa sahip yakın arkadaş çevremde Althusser ve Foucault söz konusu olduğunda benim eğilimim Ortodoks Marksizmden kopuş yönündeydi. Geliştirdiğim tutumun kaynağı ayrıntılı bir teorik incelemeden çıkarılan sonuçlar değildi. Pratik eğilimlerden kaynaklanıyordu. Örneğin, içinde yer aldığım sanat alanında yürütülen çalışmaların örgütlenme ve işleyiş bakımından özgüllüğüne vurgu yapıyordum. Devrimci öğrencinin gerçekten öğrenci sorunlarında yoğunlaşması, kendisini toplumun ‘kurtarıcısı’ biçiminde kodlamaktan vazgeçmesi, kitle çalışmasında öğrencilerin ilerde edineceği mesleki-sınıfsal konuma vurgu yapan ve bu noktada şimdiden perspektifler üreten bir yaklaşıma sahip olması gerektiğini söylüyordum. Kültürel ve siyasal çalışmanın karakteri ile ilgili bu görüşler bir yere kadar Foucault esinliydi. Fakat Foucault’un popüler algılanışında zaman zaman anarşizan temaları öne çıkaran ama benim ‘pseudo libertist’ (‘güya-özgürlükçü’) dediğim eğilimi beslemekte önemli bir enstrüman olarak kullanıldığını eklemem gerekir. Geleneksel entelektüelin işlevsizleşmesinden hareketle, entelektüeller ve entelektüel adayları içinde apolitik bir trendin güçlenmesi ciddiye alınması gereken bir vakadır. ‘Bunda Foucault’un hiç kabahati yoktur’ demeyeceğim ve bu meseleyi önümüzdeki hafta açmayı deneyeceğim.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish