Afyonkarahisar Belediye Şehir Tiyatrosu’nda (AKBŞT) belediye kadrosundaki iki tiyatrocunun (Genel Sanat Yönetmeni Ali Çakalgöz ve yardımcısı Sultan Örenkaya’nın) işten çıkartıldığı, tiyatro çalışmalarının tamamen gönüllü (amatör) çalışmaya indirgendiği ve kentteki tek kültür merkezi binasının yıkılacağı haberlerinin tiyatro çevrelerine ulaşması üzerine, Türkiye Tiyatrolar Birliği bir gözlem heyeti oluşturarak Afyon’u ziyaret etti. Ziyaret sonrasında Türkiye Tiyatrolar Birliği yaptığı değerlendirmenin özet bir sunumunu yaptı ve 23 Şubat’ta kamuoyuna açıkladı. (bkz.Afyon’da Ortak Bir Akla Gereksinim Var).
İtiraf etmek gerekir ki, Afyon’da Kültür ve Sosyal İşler Müdürü ile masaya oturduğumuzda, durum aslında bir tiyatro sendikası ile yönetici ya da işveren arasındaki görüşmeye benzedi. İki sorunun yanıtını araştırıyorduk: 1) Belediyedeki işlerinden çıkarılan iki tiyatrocunun hakları mı çiğneniyordu? 2) İşten çıkarılan genel sanat yönetmeni ile yoluna devam eden topluluğun belediye olanaklarından mahrum bırakılması mı hedefleniyordu?
Mesele bununla sınırlı olsa işimiz hiç kuşkusuz daha kolay olurdu. AKBŞT’de tiyatrocular arasında bir ayrışma yaşanmış ve işten çıkarılan Ali Çakalgöz’ün genel sanat yönetmenliği yetkisini kötüye kullandığı bizzat yetiştirdiği genç tiyatrocular tarafından iddia ediliyordu. Belediye yönetimi de kendilerine ulaşan şikâyetler nedeniyle genel sanat yönetmeni ve yardımcısı ile ilişkilerini koparma gereği duyduklarını söylüyordu.
AKBŞT’nin içine sürüklendiği karmaşayı Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Gökhan Güzeltaş ile görüşürken, resmi çerçeveye mahkûm kaldıkça elimizi zayıflatan bir şeylerin olduğu hissiyatına kapılmamak elde değildi. Öte yandan, tiyatronun demokratik ve özerk yapılanmasını ima eden ilkeleri öne sürdüğümüzde, durum tersine dönüyordu. Kültür ve Sosyal İşler Müdürü, bir yandan AKBŞT ile ilgili yetkilerine işaret ederken, diğer yandan tiyatrocuları baskı altına alan ve iradelerini çiğneyen bir konuma yerleşmemeye özen gösterdiklerini vurguluyordu.
Resmi çerçeveye mahkûm oldukça elimiz niçin zayıflıyordu?
Sorunun yanıtı bir yönüyle oldukça basit: AKBŞT tüzüğü kuşkuya yer bırakmayacak şekilde faşizan bir anlayışın ürünü. (Tüzüğü okumak için bkz. http://www.afyon-bld.gov.tr/tr/Tab.aspx?TabID=240). Tüzük incelendiğinde, tiyatronun yönetim yetkisinin tamamen belediye başkanında olduğu görülüyordu. Belediye bünyesinde aslında bir amatör tiyatro çatısı kurulmuş, meslekten tiyatroculara iş vermek gibi bir hedef zaten konulmamıştı. Hangi oyunun oynayacağına bile belediye başkanı karar veriyor, tiyatro adına profesyonel statüde olduğu söylenebilecek tek kişi olan genel sanat yönetmeni aslında belediye başkanı muavini konumundaydı. Ayrıca, belediye bünyesinde örgütlenen amatör topluluk bir çeşit ahlak ve ideoloji polisliği baskısı altında iş görmek durumundaydı. Tüzük incelendiğinde, bu sonuçları çıkarmak oldukça kolay.
İşin ironisi şu ki, bu tüzükle kurulan AKBŞT’yi Türkiye tiyatrosu için bir kazanım, Anadolu’da tiyatronun yaygın örgütlenmesine katkı olarak değerlendirmek durumundayız. Bu durum bana 12 Eylül’de neredeyse kapatılmadık salon bırakmayan askeri cuntanın iktidarı güya sivil hükümetlere devrettiği geçiş sürecinde olan bitenleri hatırlatıyor. Tiyatrolar sıkı bir sansür ve idari denetim altında perdelerini açmaya başlamıştı. Zamanla İstanbul gibi metropollerde sansür ve idari denetim tedrici bir şekilde azaldı, ama aslında hiçbir zaman ortadan kalkmadı. 2000’den itibaren, AB ile bütünleşme politikasının canlandırılmasına paralel olarak, göreli bir rahatlamanın yaşandığını söyleyebiliriz. Fakat Anadolu’da durum oldukça farklı; AKBŞT tüzüğü Anadolu’da tiyatronun üzerine düşen 12 Eylül gölgesinin ne kadar ağır olduğunu gösteriyor.
Belki tanıtım işlevi de gören bazı festivaller geçici ve göreli serbest ortamların yaşanmasına vesile olabiliyor; fakat rutin gidişat farklı: Anadolu’da yaygın bir şekilde tiyatroya varlık kazandırma, yasal ve idari denetime rağmen tiyatroya yer açabilme kavgası belirleyici hale geliyor. Yani bölgeler arası eşitsizlik kuramını rahatlıkla tiyatroya uygulamak mümkün. Bölgeler arası eşitsizlik derken de, “Hangi bölgenin tiyatrosu daha demokratik ve özerk bir şekilde yapılanmış?” sorusunu sormak tamamen absürd kaçacaktır. Bölgeler arası eşitsizlik yarışına, “Eğer varsa, hangi bölgenin tiyatrosu daha faşizan bir şekilde yapılanmış?” sorusunun yanıtı verilerek girilebilir. Bu noktada devreye giren ironi, AKBŞT’nin bu şekilde yapılandırılmasının bizzat Ali Çakalgöz’ün girişimiyle ve bir önceki dönemde eski belediye başkanının desteğiyle gerçekleştirilmiş olması. Ben buna bir bakıma “kendini ayağından vurma” denilebileceğini söylemiştim.
Afyon ziyareti sonrasında Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin yaptığı durum değerlendirmesi ve geliştirdiği çözüm önerilerinin, orada anlaşmazlık yaşayan ve birisi belediye tarafından dışlanan toplulukların her ikisi tarafından da yadırgandığını, hatta bazı yönleriyle sert bir şekilde eleştirildiğini gördük. Bir taraf, Ali Çakalgöz’ün yanlışlarını görmezden geldiğimizi, yanlış yaptığımızı, profesyonellik iddiasındaki Ali Çakalgöz’ün bu türden bir misyonun taşıyıcısı olamayacağını söyledi. Yani tarafgir ve Ali Çakalgöz hakkında yapılan şikâyetlerin kale alınmadığı bir yorum geliştirmiştik. Buna karşılık, Ali Çakalgöz’ün yönetimini onaylayan taraf, Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin asıl mağdur olan kendilerinin haklarını savunamadığını, çelişki yaşadığını ve zaten bu tip tutarsızlıkları nedeniyle geçmişte Birliğe üye olmadıklarını söyledi. Yani onlara göre de tarafgir bir yorum ve buna ek olarak kötü sicilimizi temizleyemeyen bir tavır geliştirmiştik.
Afyon’daki tiyatrocuların çizdiği bu tablo karşısında, Nedim Saban’ın kısa bir yorumundan haberim var: “Kendimizi anlatamamışız.” Oldukça doğru olan bu tespiti biraz daha ayrıntıya kavuşturmak istediğimizde, bir anlama çabasının olup olmadığının da ayrıca sorgulanabileceğini düşünüyorum. Taraflar nasıl bir tüzel yapı içinde tiyatro yapmaya çalıştıklarını göz önüne almadan, yani yapısal nedensellik ilkesini göz ardı ederek, tepkisel bir kutuplaşmayı yaşıyor ve açıkça tarafgirlik talebinde bulunuyorlar. Yapısal olarak asıl meselenin demokratik ve özerk tiyatro yapılarının örgütlenmesi olduğunu, verili yasal ve idari çerçeve içinde tiyatronun gelişim kaydetmesinin olanaksız olduğunu göz ardı ediyorlar.
Bu noktada Ali Çakalgöz’ün oradaki genç amatör tiyatrocuların ötesinde bir sorumluluğu olduğunu öne sürmek yanlış olmaz. Çünkü deneyimli ve profesyonel bir tiyatrocu olarak tekin sayılamayacak bir bölgede tiyatroyu var etmeye çalıştığından kuşku duymuyor; fakat yerele saplanma ve örgütlü tiyatro hareketinin dışında kalmanın bedelini ödediğini de görüyoruz. Özelde Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin suçlanması anlamsız; çünkü örgütsel olarak daha iyi olduğunu düşündükleri seçeneklere yönelmeleri ya da inşa etmeleri mümkün. Kaldı ki, Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin örgütlü tiyatro hareketini inşa etme çağrısı tiyatro alanında parçalı duruşun aşılması, hak ve özgürlükler temelinde örgütlü tiyatrocu kimliğinin geliştirilmesi ve örgütlerin örgütünü yaratma yönünde olduğu iyi bilinmektedir. Yine,
– Belki Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin ziyaretinin de etkisiyle belediyeye bağlı Kültür Merkezi’nin tiyatro faaliyetlerine yeniden açılması,
– Halk Eğitim Merkezi’nden devralınacak binada çok daha donanımlı bir sahnenin faaliyete açılacağı sözünün verilmesi,
-Belediyenin altyapı olanaklarının belediye dışında yapılanan yerel toplulukların kullanımına açılması önünde engel çıkarılmayacağının ifade edilmesi,
-Afyon’da belediye tiyatrosunun nasıl yapılandırılması gerektiği konusunda ortak bir akıl inşa etmeye çalışırken Ali Çakalgöz ve yönettiği topluluğun bu süreçten dışlanmaması gerektiği,
noktaları kendisini tatmin etmemiş, yönettiği topluluk için önemsiz kabul edilmiş olabilir. Fakat kendisi zaten kutuplaşmaya dayalı bir yol izlemekte ısrarlıysa, bu konuda Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin yapabileceği bir şey yoktur. Çünkü Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin görevi, oldukça sorunlu olduğu görülen bir tüzük bağlamında AKBŞT’ye genel sanat yönetmeni tayin etmek değil, tiyatro alanında hak ve özgürlüklerin ihlali ve tiyatro sanatının gelişmesi önündeki engellerin ortadan kaldırılması için mücadele etmektir.
Gerek Afyon’daki ortam, gerekse sonrasında Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin oradaki sorunlara karşı geliştirdiği yaklaşıma gösterilen tepkiler, tiyatrocu iradesinin zayıflığını, haklı haksız gerekçelerle iç didişmelere ne kadar kolay sürüklenebileceğini ve bunun sonucunda idari manipülasyonlara kolaylıkla açık hale gelebileceğini gösterir nitelikte. Yukarda belirttiğim gibi, bu durum bir yere kadar kişilere indirgenerek tartışılabilir. Yapısal sorunların üzerine gidilmediğinde, kişi ya da topluluklara indirgenmiş sorunsallaştırmalar özgür ve bağımsız tiyatro önünde engel olmayı sürdürecektir. Zaten bu nedenle AKBŞT’nin tüzüğüne dikkat çekilmesi ve belirleyici bir değişken olarak ele alınması önemlidir.
Özelde Ali Çakalgöz’ün AKBŞT genel sanat yönetmeni sıfatını hak edip etmediği, tarafların birbirine karşı geliştirdiği eleştiri ve suçlamalar, bir günlük ziyaretin sonucunda netleştirilebilecek konular değildir. Bu sorunların daha serinkanlı bir şekilde ele alınabileceği ortamlara ihtiyaç vardır. Afyon’da belediye yönetiminin tiyatroyu kökten tasfiye etmesi ya da yakıp yıkması gibi bir vakanın yaşandığına dair bir bulguya rastlamadık. Fakat belediye-tiyatro, tiyatrocu-tiyatrocu ilişkilerinin oldukça sorunlu seyrettiğini gördük. Tiyatronun Afyon’da tehlikeye girmesi bu nedenledir.
Türkiye Tiyatrolar Birliği oraya taraftar olmak ya da taraftar edinmek için değil, serinkanlı bir yaklaşımla sorunları tespit etmek ve çözüm önerileri geliştirmek için gitmiştir. Bunun için de öncelikle “tiyatrocuyum” diyenlerin tiyatronun yapısal sorunlarından bölgenin özgül koşullarına geniş bir çerçevede akıl yürütmelerine ihtiyaç vardır. “Ortak aklın inşasına ihtiyaç var” derken bu kast edilmektedir.
Sadece AKBŞT tüzüğü bile Afyon’da tiyatronun gelişmesi önünde belirleyici bir engeldir. Bu sezon örgütlü tiyatro sürecini canlandırmak için yapılan çeşitli büyük toplantılarda şunu gördük: Anadolu’da tiyatroyu var etmek ve yaymak için yerelde çalışma yürüten tiyatrolar arasında ciddi bir kopukluk var. Kopukluğun ötesinde anlaşmazlıklar, hatta didişmeler, dayanışma ve yardımlaşma eksiliği var. İstanbul ve Ankara gibi metropol kentlerdeki tiyatroların kendi sorunları içinde boğulup hem birbirlerine hem Anadolu’ya yabancılaşması var. Organize edilen çeşitli festival ya da şenliklerin açılım ve ilişkilenme adına fırsatlar yaratmasına rağmen turistik gidiş gelişlerin konusu haline gelmesi tehlikesi var. Liste uzatılabilir.
Afyon’da olan bitenleri de bu olgularla bağlantılı değerlendirmek zor değil. Yapısal sorunları es geçip internet ortamındaki forum yayınlarda atıp tutarak meselenin özünü kaçırmak ya da ihtiyaç duyulan bağımsız tiyatro iradesini önemsizleştirip daha yaygın yeni iç didişmeler kurgulamak, Afyon’da tiyatronun gelişmesine zarar verecek ve bağımlı bir işleyiş edinmesini daha da pekiştirecektir. Oradaki arkadaşlara önerimiz, düzenli olarak demokratik ve özerk tiyatronun önünü açacak bir anlayışa ve kazanımlara odaklanmalarıdır. Türkiye Tiyatrolar Birliği gibi Afyon’daki tiyatronun sorunlarını gündemine alan dayanışma yapıları, işlevlerini asıl o zaman yerine getirebilirler.
Yorumlar kapatıldı.