Abdülkadir Aygan 1970’lerde PKK saflarında devrimcilik yapan, 1980’lerde PKK saflarında gerillacılık yaparken devlet güçlerine teslim olup itirafçı olan, 1990’larda yepyeni bir boyut kazanan savaş sırasında faili meçhul cinayetler tırmanırken JİTEM’de çalışan, 2000’lere gelindiğinde ise yurt dışına iltica ederek JİTEM’de görüp yaşadıkların belgelerle anlatan çok önemli bir tanık.
Fakat, bu önemli tanıklığın kepaze edilmiş ve kepaze olmaya devam eden bir yönü var. Bunun nedeni, Abdülkadir Aygan’ın bir hakikat araştırmasının önemli bir tanığıyken, propaganda savaşlarında kullanılması.
Diyelim ki devlet Aygan’ı teslim almış ve itirafçı yapmış, onun verdiği bilgileri PKK karşıtı propaganda için kullanıyor. Çünkü Aygan tanıklığı, bir dönem PKK’nin işbirlikçi olduğunu düşündüğü Kürt mezralarına ya da köylerine karşı yanlış politikalar geliştirdiğine ya da örgüt yönetiminde bazı zaafların yaşandığına dair bilgiler içeriyor. Aslında bu bilgilerin çok abartılacak bir yanı yok: PKK’nin Kürt hareketinin tek yönetici partisi haline gelmesi Soğuk Savaş’ın bittiği döneme, yani 1989 sonrasına denk düşer. Aygan’ın içerden PKK tanıklığı ise, 1980’lerin ortasına kadar olan dönemi kapsıyor. Daha sonra itirafçı ve hapisten çıktıktan sonra da JİTEM’e bağlı bir memur oluyor.
Aygan tanıklığını önemli kılan, esas olarak devletin hâlâ varlığını itiraf etmediği ve 1990’larda dillere düşen JİTEM hakkında verdiği somut bilgilerdir. Normalde, insanlık dışı, sistemli ve merkezi bir karaktere sahip JİTEM faaliyetleri teşhir edildiği zaman, yargı mekanizmalarının devreye girmesi gerekiyordu. Fakat Türkiye normalliği farklı seyrettiği için, Aygan tanıklığı ve ortaya koyduğu belgeler örtbas edildi. Yargı da konunun üzerine gidemedi: JİTEM’in dokunulmazlığı vardı.
Peki yurtsever Kürt medyası ve kurumları bu tanıklığın sesinin yükseltilmesi ve muhafaza edilmesi için gerekli çabayı gösterdi mi? Hayır. Aygan tanıklığı, bir yerden sonra, üstü örtülen hakikatleri açığa çıkarmaktan ziyade propaganda amaçlı kullanıldı. Sonra da, “Onunla işimiz bitti” denilerek ortada bırakıldı. Oysa henüz hakikat ve adalet komisyonu türünden bir girişim başlatılmamış ve Abdülkadir Aygan da orada ifade vermemişti.
Derken sıra, ortada bırakılan Abdülkadir Aygan’ın hem PKK hem devlet tarafından kullanılan mağdur bir kişilik olarak ilan edilmesine geldi – ki bu da, PKK’ye muhalif, özellikle Abdullah Öcalan’ın liderliğine tepkili ve genelde PKK kökenli kişilerin inşa ettiği propaganda hattını oluşturuyordu. Bu işlevi daha çok Nasname yerine getirdi. Abdülkadir Aygan üzerinden okların yeniden PKK’ye yönelmesini sağlayacak ve “PKK neden, Aygan sonuç” ya da “Ha PKK, ha JİTEM” şeklinde özetlenebilecek yeni bir tanıklık imalatına gidildi.
Sonuç olarak, Aygan tanıklığının çok yönlü ve zengin olduğu belli içeriğini titizlikle ve derli toplu aktarmak yıllardır mümkün olamıyor. Okurlar da biraz magazin, daha çok propaganda niteliğinde, giderek olguların gözden düşürüldüğü bir Aygan tanıklığı ile karşı karşıya kalıyor. Bunun temel nedeni, Kürt hareketinin büyümesine yanıt verebilecek kurumsal yetkinlik ve olgunluktan uzaklığın hali hazırda devam etmesidir.
Dileriz, Avrupa’da Aygan tanıklığını tarafgirlikten uzak bir şekilde derleme ve değerlendirme niyetine sahip bazı aydınlar ortaya çıkar ve titiz, derli toplu bir kaynağın hazırlanması işini üstlenirler. Başka türlü, eldeki dağınık ve tarafgir malzemeye güçlü bir şüphecilikle yaklaşıp ona göre bazı sonuçlara ulaşmaya çalışmak aklı başında tek seçenek haline geliyor.
İlk yorum yapan siz olun