Yakın zaman önce, TEB Başkanı Üstün Akmen “Ey Başkan, asgari ücretle çalışan dört sanatçının iş akdini feshedip işlerine son vermen kolay da, çalışan bir tiyatro salonunu yıkmaya pek gücün yetmez,” şeklinde çarpıcı bir açıklama yaptı. Açıklamanın muhatabı Afyon Belediye Başkanı Burhanettin Çoban. Beğenilsin ya da beğenilmesin, Üstün Akmen’in bir tartışmaya girip ağırlığını koyması, tiyatro alanında her zaman bir etki üretmiştir. Bu açıklamanın da Afyon belediyesini zor durumda bırakacağına kuşku yok.
Tiyatrocu diğer belediye çalışanları işlerine devam ediyor ve tiyatroyu artık biz yöneteceğiz diyorlar. Tiyatro sahnesinin yıkılmasını onaylar pozisyondalar. Belediyenin devralıp tadil edeceği Halk eğitim Merkezi’nin sahnesi bize yeter diyorlar. Afyon’da yaşananlar bazı yönleriyle Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin başına gelenlere benziyor. Kentsel dönüşüm planlarının tiyatro altyapısına ne getirip ne götürdüğü tartışması Afyon’a da taşıyor.
Tüzel olarak Afyonkarahisar Belediye Şehir Tiyatrosu (AKBŞT) amatör ya da gönüllülük esasına göre yapılandırılmış bir tiyatro; neredeyse bir yıldır çalışmalar durma noktasına gelmiş. AKBŞT’nin FACEBOOK’taki sayfasına bakıldığında, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde oyun sahneleyecekleri ilanında bulunduğu görülüyor. Eski genel sanat yönetmeni ve yardımcısını başlarında görmek istemeyen kadronun belediye tiyatrosunu sürdürüp sürdüremeyeceği merak konusu. Belediye tiyatrosunun varlığını koruyacağız diyen kadro, 27 Mart vesilesiyle Afyon’da belediye tiyatrosunun kapandığına ya da bittiğine dair söylentilere son vermek istiyor. Bu heyecan kısa vadede sonuç üretebilir. Fakat orta ve uzun vadede, yapısal ve kadrolaşmaya dair sorunların kendisini belli etmesi kaçınılmaz.
Üstün Akmen’in açıklamasında tiyatro camiasının tamamını ilgilendiren asıl vurucu nokta tiyatro salonunun yıkılması ile ilgili bölüm. İşten çıkarılanlar için belki bir şey yapamıyoruz, ama iş sahne yıkmaya gelirse durum değişir diyor. Afyon ziyaretinde Nedim Saban’ın da aynı şeyleri söylediğini biliyorum. Şimdilik belediye yıkım planından vazgeçecek gibi durmuyor. Bu planı uygulamaya hazırlanırken bir önlem alarak Halk Eğitim Merkezi ile bir protokol imzalanmış. Bu protokole göre Halk Eğitim Merkezi’ndeki sahne tadil edilecek ve Afyon çok daha donanımlı bir sahne kazanacak. İlk bakışta tiyatro adına takdir edilesi görünen bu girişim, Afyon’da bir sahnenin eksilmesi sonucunu ortadan kaldırmıyor. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi tartışmalarından ayrılan nokta bu. Kaldı ki, AKP’li belediyelerin İstanbul’a yeni sahneler kazandırdığını hiç kimse inkâr edemiyor. Daha çok nasıl ve hangi amaçla kullanıldığı tartışılıyor.
Afyon’da durum gerçekte nedir ne değildir diye araştırmaya giden Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin (TTB) çıkardığı bir sonuç da şu olmuştu: “Afyon’da her ne gerekçeyle olursa olsun bir salonun yıkılması doğru değildir. Afyon büyüyen yapısı ve nüfusu ile yeni salonlara gereksinim duyarken eldeki bir salonu yıkıp yok etmek sanata indirilmiş bir darbe olacaktır.” Gerçekten de bir sahne yıkıp bir sahne tadil etmenin tiyatroya yatırım anlamına geldiğini iddia etmek imkânsız.
İnternet ortamında tiyatro yayıncılığı yapan TİYATROM, işten çıkarılan iki tiyatrocu ile yakın temasa geçip TTB’nin konuya yaklaşımını yeren, benim dezenformasyon ve sansür de içerdiğini belirttiğim bir yayıncılık yapmaya başladığında, meselenin teatral muhalefet boyutunun yanı sıra siyasal arka planı da gündeme geldi. Afyon’a gittiğimizde belediye tiyatrosuna yansıyan siyasal bir hesaplaşmanın yaşandığını tabii ki fark etmiştik. Genel sanat yönetmeni ve yardımcısının işine son verilmesi, bir yandan tiyatro içindeki ayrışma, diğer yandan eski belediye başkanının adamları gibi kodlanmalarından kaynaklanıyordu. Eski belediye başkanı AKP’den aday olmuştu, ama seçildikten sonra AKP ile anlaşmazlığa düşmüş ve bağımsız bir belediye başkanı gibi davranmıştı. Siyaseten MHP çizgisindeydi. İşten çıkarılan tiyatro sanatçıları ise sol ya da Atatürkçü çizgideydiler ve belediye tiyatrosunu eski belediye başkanı ile birlikte hayata geçirmişlerdi.
Haber FX sitesinde “Afyonkarahisar Belediyesi Şehir Tiyatrosunu Kapatma Kararı Aldı” başlıklı haberde, eski AKBŞT Genel Sanat Yönetmeni Ali Çakalgöz’ün şu sözlerine yer verilmiş:
“Üç yılda sahneledikleri 10 oyun arasında ‘Şu Çılgın Türkler’in de olduğunu söyleyen Çakalgöz, ‘Şu Çılgın Türkler’i Isparta’daki Komando Er Eğitim Tugayı’nda sergilediklerini ve kendilerine bir bayrak hediye edildiğini söyledi. Çakalgöz, birçok ödül ve plaket aldıklarını ama tiyatronun kapanmasıyla bu ödüllerin anlamının yitirildiğini belirtti.”
Haberin sunumunda yer verilen fotoğrafta, Ali Çakalgöz’ün bir duvardaki Atatürk kabartmasının hemen altında yer alan “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından birisi kopmuş demektir” yazısının bitiminde, duvara yaslanmış karamsar ve düşünceli tavrı tabii ki envai çeşit zinde kuvvete bir çağrı niteliğinde. Kuruluşundan beri AKBŞT’ye yansıyan / yansıtılan Türkiye genel siyasetinde yaşanan bir kamplaşmanın dışa vurumu. “Şu Çılgın Türkler” oyunu tiyatro alanında Atatürkçü ve orduyu AKP’ye ya da dinciliğe karşı yücelten bir propaganda işlevi üstlendi. Meclis düzeyinde özlenense, AKP’yi muhalefete itecek bir CHP-MHP koalisyonuydu. AKBŞT, benim ultra anti-demokratik ya da faşizan olarak nitelediğim bir tüzükle yönetilirken, bir süreliğine bu koalisyona sahne olmuş, fakat 2009 yılında AKP kendisinden bağımsızlaşan belediyeyi yeniden ele geçirmiş.
Türkiye Tiyatrolar Birliği olarak tabii ki bu kamplaşmayı değil, AKBŞT’nin tüzel olarak amatör tiyatroya indirgenmiş yapısını, anlaşmazlığa düşülen tiyatrocuların dışlanmasını ve sahne yıkma planını sorun haline getirdik. Belediyeyi bu noktalarda uyardık ve demokratik ve özerk tiyatro ihtiyacını dile getirdik. Üstün Akmen’in açıklaması TTB’nin açıklamasıyla örtüşüyor ve yıkılması planlanan sahneye vurgu yapıyor. Aslında çok da doğru yapıyor, çünkü işin tiyatrocular kısmı ve siyasi arka planı bir hayli karışık, ama anlaşılmaz da değil.
Yeni belediye yönetiminin tiyatro tasfiye eder ve sahne yok eder konumu, tiyatro kamuoyunun meseleye ilgi göstermeye başlaması ve TTB ziyareti ile büyük ölçüde sürdürülemez hale geldi. Aksine AKBŞT’nin yaşatılacağı, var olan sahnenin faaliyete açıldığı ve yıkılması planlanan sahnenin yerine yenisinin hazırlanacağı söylendi. Fakat AKBŞT’nin eski genel sanat yönetmeni Ali Çakalgöz, TİYATROM’u ve TİYATRO DERGİSİ’ni de arkasına alarak ve yeterince sahiplenilmediği duygusuyla, süreci TTB ile didişir hale getirmeyi tercih etti.
TİYATROM ve TİYATRO DERGİSİ’nin niçin bu konuma düştüğünü başka bir yazımda açıkladım (bkz. “Yine Şu Afyon Meselesi, Ertuğrul Faciasının Devamı ve Demirkanlı’nın TTB Takıntısı”). Bu yayınların yöneticileri alabildiğine kişisel bir hesaplaşmanın peşindeler. Artık bireysel biçimler alan fraksiyonculuğun bildik yöntemlerini uyguluyor, kendilerine göre ayrıştırma ve kutuplaşma üzerinden iş görmeye çalışıyorlar. TTB’yi neredeyse “karşı devrimci” ya da “yandaş” ilan edecekler. Özellikle TİYATROM’un FACEBOOK “örgütlenmesi” üzerinden yarattığı sanal “kamuoyu” işi absürt bir çerçeveye de taşıdı. Yayıncılar olarak bu yaklaşımın bedelini dezenformatör ve sansürcüler haline gelerek ödediler, ödüyorlar. Bir yerde mazur görmek lazım: Alışmışlar ve ellerinden ancak bu kadarı geliyor. Kolaylıkla tespit edilebilecek asgari müşterekleri bile kişiselleştirmeden, dar çerçevelere hapsetmeden edemiyorlar.
Afyon’daki tiyatronun karşı karşıya kaldığı sorunlar hakkında örgüt bildirileri dışında aslında önemli yazılar da üretiliyor. Bunlardan bir tanesi Fırat Güllü’nün “Yeni Bir Yerel Tiyatro Modeline İhtiyacımız Var”adlı yazısı. Bu yazı, yerel yönetimler ile tiyatro ilişkisinin Richard Schechner’in Amerika özelinde yaptığı ödenekli tiyatro / bağımsız cemaat tiyatrosu (community theatre) ayrımı üzerinden düşünülmesinin faydalı olacağını, tutucu bir ödenekli tiyatro savunusu üzerinden AKP’nin aşamalı özelleştirme planına direnmenin tek seçenek olmadığını, bağımsız tiyatro yapılarının da işlevsel kılınabileceğini öne sürüyor.
Afyon’da eski genel sanat yönetmeni Ali Çakalgöz’ün AKBŞT’nin profesyonel biçimde yapılandığı iddiasının altının boş ve yanlış bilgilendirme olduğunu biliyoruz. Eski belediye başkanı Abdullah Kaptan’la birlikte hazırladıkları AKBŞT tüzüğüyle zaten tiyatroyu belediye başkanı karşısında hazırolda tutmuş. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun daha küçük bir modelini Afyon’a uygulamak istediğini biliyoruz; fakat hem oradaki tiyatro cemaati bir ayrışma yaşamış hem de yasal olarak her yönüyle belediye yönetimine bağımlı amatör bir tiyatronun çavuşu olmanın ötesine geçmeyi başaramamış. Örneğin “Şu Çılgın Türkler” üzerinden Atatürkçü, devletçi ve sağı solu birbirine karışan bir söylem içinden ve fiiliyatta tiyatroyu halka götürme ilkesiyle örgütlenen altı boş profesyonalizm, ilginç bir şekilde kendisine muhalefet eden tiyatrocuların ağır iddialar geliştirmelerine neden olmuş. Ali Çakalgöz’ün keyfi, dışlayıcı ve halkın tiyatroya katılımını engeller nitelikte bir çizgi geliştirdiğini savunuyorlar. Bu noktada AKP’nin kafa karıştırıcı bir şekilde ürettiği ve özellikle liberal aydınları şaşkına çeviren devletçi / özgürlükçü ikileminin Afyon’daki tiyatroya nasıl yansıdığını da görüyoruz. Milliyetçi ve muhafazakar söylemlerle de iş gören gurup, şaşırtıcı bir şekilde profesyonalist tiyatro anlayışının karşısında halkın tiyatroya katılımını savunan, amatörlüğü yücelten söylemlere başvuruyorlar.
Pekiyi çözüm nerede?
Richard Schechner’in ödenekli tiyatro / cemaat tiyatrosu ayrımı hiç kuşkusuz aydınlatıcı bir kuramsal çerçeve oluşturmamıza hizmet edecektir. Fakat gözümüzün önünde ve pek çözümlenmemiş örnek eğilimlere de bakmamız lazım. Model önerilerini bu şekilde daha anlaşılır kılabiliriz. Üniversite tiyatroları gurupçu önyargıları bir kenara bırakabilirlerse, kolaylıkla katılıma açık bağımsız cemaat tiyatroları şeklinde örgütlenebilirler. Benim Boğaziçi Üniversitesi’nde içinde yetiştiğim tiyatro geleneği, düzenli olarak eğitime ve araştırmaya odaklanan akademik bir kitle kulübü perspektifiyle ve mezunlarla da ilişkiyi koruyan bir cemaat anlayışı içinde şekillenmişti. Bölge tiyatroları bağlamında ise, örneğin Bartın’da yıllardır zaten var olan, bu sezon Bartın Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun (BBŞT) kurulmasıyla çocuğu, genci, yetişkiniyle 180’den fazla insanı altında toplayan tiyatro çatısının incelenmesinde büyük faydalar var. Bu çatı belediyeye bağımlı bir şekilde değil, kesişerek ve bağımsız bileşenlerini koruyarak yapılanmış durumda. BBŞT’nin kurulması, hali hazırda var olan bir çatının halk açılımına ivme kazandırma işlevi görüyor. Yani ödenekli tiyatro stratejisiyle hareket etmiyor ve kendisine esnek, bağımsız bir manevra alanı yaratıyor.
AKBŞT eski genel sanat yönetmeni Ali Çakalgöz’ün TTB’den pek hazzetmemesi normal; çünkü profesyonalist bir ödenekli tiyatro stratejisine sahip ve bu da onun ister istemez idari bürokratik aygıt içinde yer edinme kaygısıyla hareket etmesine yol açıyor. Bu eğilim kendisine özgü değil, kavgayı devlet içinde varlığını korumak, yer kapmak ve genişletmek için veren anlayışın Afyon’daki bir çeşitlemesi. TİYATROM’un bu stratejiye uygun olarak, AKBŞT’yi devralıp sürdürme iddiasındaki amatör tiyatrocular nezdinde amatör tiyatroyu aşağılamaya varan edepsiz yaklaşımı ise, “Şu Çılgın Türkler” kervanına gecikmiş bir katılım ve teslimiyet anlamına geliyor.
Tiyatro alanında örgütsel ve siyasal arka plan bağlamında bilince çıkarılan tartışmalar zengin değil. Bu anlamda, aydınlatma iddiasındaki tiyatronun anti-entelektüelliğe sahne olduğundan kuşku duymuyorum. Fakat bazı söylemler TİYATROM’daki gibi sanal “aktivizm” ve cahil cesareti biçimine bürünse de, somut ve çarpıcı sorunlarla karşı karşıya kalındığında örgütsel ve siyasi eğilimler bir şekilde kendisini belli ediyor ve kristalize hale geliyor.
Yorumlar kapatıldı.