İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AKP Faşizmi

Kürdistani bakış açısıyla, şu sıralar AKP’yi faşizmde karar kılmış devlet aygıtının gönüllü bir bileşeni olarak değerlendirmemek imkânsızdır. 2007 genel seçiminden hemen sonra, AKP’nin askeri vesayetin belirlediği mevcut devlet yapısıyla bütünleşerek hükümet etme kararı verdiği ortaya çıktı. Vaat ettiği anayasal reform çalışmalarını sürdürmek yerine, MHP’nin kuyruğuna takılarak hem türban meselesini çözümsüzlüğe mahkûm etti, hem de demokratikleşme önünde bir engele dönüşen anayasa mahkemesinin esiri haline geldi. Bu yeni pozisyonun Kürt halkı için anlamı tabii ki top tüfek siyasetinden başka bir şey olmadı.

AKP’nin önde gelen ideologlarından birisi olduğu kabul edilen gazeteci Fehmi Koru’nun uyarıları, AKP’nin geçirdiği uğursuz değişimi net bir şekilde tespit ediyor. Bununla birlikte, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Kürt sorunu karşısında AKP’yi tutarsızlıkla suçlaması tümden yanlış değildir. AKP açısından devlet faşizmine eklemlenme süreci henüz tamamlanmadı. Bu süreç tamamlandığında, AKP sadece kendisine oy veren Kürt seçmenlere değil, özgürlükler konusunda kendisine umut bağlayan pek çok kesime ihanet etmiş olacak. Buna kamusal alandan dışlanan başörtülü kadın mağdurlar da dâhildir. Bu durum devam ederse, AKP’nin Türkiye’nin açık ara birinci büyük partisi olma özelliğini yitirmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla, AKP sözcülerinin tutarsız davranmaktan başka çarelerinin olmadığı söylenebilir. Nitekim, açıkça “Ya sev ya terk et!” anlamına gelen sözlerle Kürtlere meydan okuyan Recep Tayyip Erdoğan, aradan bir iki gün geçtikten sonra kendi kendisini tekzip etmek zorunda kalmaktadır.

AKP tutarsızlığının bir diğer nedeni, peşine takıldığı imhacı Kürt siyasetinin başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerin onayını almamış olmasıdır. 1990’larda Kürtlerle savaşta konulan sınır çizgisi kapsamlı soykırımdı. Buna karşılık tehcir ve kısmi soykırım rahatlıkla uygulanabiliyordu. Bugün ABD’den, TC devletine rağmen, resmen PKK’yi meşrulaştıracak adımlar atmasını beklemek tabii ki saçma olur. Fakat ABD, 1990’lara dönülmesini ve siyasi çözüm yolunun kapalı tutulmasını onaylamayacaktır. Buna karşılık AKP “Silahı bırak da gel!” diyerek güya Kürtlerle mecburen kavgaya tutuştuğunu, PKK silahlı mücadeleyi bıraksa Kürtlerin haklarının verileceğini öne sürmektedir. Gerçekte, TC devletine yaklaşımında esneme rekorları kıran ve Kürt hareketinin yönetici partisi konumunda olan PKK’ye intiharın ötesinde başka bir şey önerilmemektedir.

AKP’nin sergilediği tutarsızlık basitçe devlet faşizminin uzantısına dönüşmesini engelleyebilir mi? AKP’nin en azından tutarsızlığı muhafaza etme adına gerekli siyasi cesareti sergileme olasılığının hayli düşük olduğunu söyleyebiliriz. Daha doğrusu, AKP tutarsızlığının demokratikleşme lehine evrim geçirmesi için iki şartın gerekli olduğu, ama bu şartlar içinde AKP iradesinin olmadığı iddia edilebilir.

Şartlardan birincisi, Kürt hareketinin sivil açılım ve örgütlenme sorunlarını halletmesidir. Bunun anlamı, örneğin DTP’nin uyduruk “çatı partisi” girişimleriyle oyalanmayı bırakıp seçimlerde oy oranını % 10’un üzerine taşıyabilecek toplumsal bir açılımı gerçekleştirmesidir. Kürtlerin nüfusu, her ne kadar asimilasyonun şiddetli baskısı altında olsalar da Türkiye’nin batısında kazandıkları yerleşik karakter ve halklar arası köprü kurma kapasitesi düşünüldüğünde, bunun bir hayal olmadığı kolaylıkla anlaşılabilir. 2008’den itibaren Kürt hareketi adına toparlanma ve yükseliş olanaklarının doğduğu açıktır. Bu süreci başlatan da bizzat Genelkurmay olmuştur. Askeri bir skandal olmanın ötesine geçemeyen Güneş Operasyonu ile askeri çözüm oyununu sahnelemiş, nihayetinde hem gerilla direnişi karşısında prestij kaybetmiş hem de Kürt hareketinin PKK eksenli seyrini pekiştirmiştir.

İkinci şart, uluslararası güçlerin TC devletine hâkim güçlerin kışkırttığı iç savaş maceracılığını desteklemekten vazgeçmeye zorlanmasıdır. AB’nin Türkiye karşıtı ırkçılığı ve özel statü dayatmalarının Kürt sorununun askerileşmesinde belirleyici bir önem arz ettiği, Kürt hareketinin de siyaseten pek göz önünde bulundurmadığı bir olgudur. Genelkurmay saldırgan bir pozisyon almak için PKK’nin 2004 Haziranı’nda aldığı silahlı direnişi aktif hale getirme kararını sadece vesile neden olarak ve propaganda amaçlı kullandı. (Gelişen tepkiler üzerine PKK’nin bu kararın yanlış anlaşıldığını ve meşru savunma çizgisinin terk edilmediğini söylemek zorunda kaldığını da hatırlamak gerekir). Genelkurmay saldırganlığına zemin hazırlayan asıl faktör, 2005 sonunda açıklanan AB raporudur. Kıbrıs sorunu bahane edilerek, açıkça Türkiye’yi özel statüye razı etme ve yalnızlaştırma oyunu oynanmıştır. Genelkurmaya egemen (Hilmi Özkök yaklaşımını gözden düşürüp Ergenekon yaklaşımını yücelten) mantık gayet basittir: Mademki Türkiye AB’ye alınmayacak, öyleyse eski usullerle yola devam.

AKP faşizminin yükselişi ya da düşüşünde bu iki şartın oluşmasının belirleyici olduğunu söyledikten sonra, MHP’nin tespit ettiği AKP tutarsızlığının onu hâlâ tek muhatap alınabilecek parti olmasını sağladığını belirtmek gerekir. Zaten MHP de bu nedenle AKP’ye yüklenmektedir. Muhatap bulma adına asıl sorun, tutarsızlığın bittiği noktada başlayacaktır. Kürt hareketinin AKP faşizmine değil, nasıl olup da kurulu düzen partilerinin sağlı sollu devlet faşizminin uzantısı haline geldiklerini gösteren daha büyük resme odaklanması gerekir. Kısa vadeli hesaplarla AKP’yi köşeye sıkıştırmaya çalışmak, Kürt hareketini indirgemeciliğe ve manipülasyona açık hale getirmektedir. Kürt hareketinin temel sorunu, adım adım ve kapsamlı bir şekilde hak ve özgürlükler hareketi olarak yapılanması ve tepki hareketi olmaktan kurtulmasıdır. AKP faşizmini geriletmenin yolu da buradan geçiyor.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish