İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

“Araf ” Metni Üzerine Bazı İzlenimler

1992’de Diyarbakır’da Musa Anter cinayetinin işlenmesinin ardından, ancak 2007’deki Hrant Dink cinayetine dönük tepkilerle karşılaştırılabilecek yoğunluk ve genişlikte insani tepkiler meydana geldi. Öte yandan, yıllar geçtikçe, belki bir unutulma değil ama Musa Anter’in anısını kamuya mal etme anlamında ciddi bir eksikliğin yaşandığını kabul etmek gerekiyor.

Tiyatro Avesta’dan yazar Cîhan Şan tarafından yazılan, eklemeler, çıkarmalar ve değişikliklerle Aydın Orak tarafından sahnelenip oynanan “Araf – İki Ülke Arasında”, Musa Anter’in anısını kamuya mal etme anlamında dikkat çekici bir çalışma. İki dilli sahnelenen ve metni hem Kürtçe (Kurmancî) hem Türkçe yayımlanan “Araf”ın zamanında Musa Anter’in geliştirdiği yapıcı ve birleştirici duruşa uygun olarak, Kürt-Türk diyaloguna katkı sunma iddiası da var doğal olarak. 

Öte yandan, “Araf”ın metnini okuyup bitirdiğimde, eserin birçok bakımdan hedefine ulaşamadığı izlenimi edindiğimi itiraf etmem gerekiyor. Ortada daha ziyade eskiz niteliğinde, biyografik yönüyle zayıf bir çalışma var. Sanki metin belli bir doygunluğa ulaştırılmadan ve aceleyle sahneleme aşamasına geçilmiş gibi geldi bana. Bu sonuca niçin ulaştığımı kısaca anlatmaya çalışayım.

Eserin en büyük eksikliği, Musa Anter’in 1960’tan 1990’a 30 yıllık hayatının neredeyse hiç işlenmemiş olması. Oysa Kürt hareketi 1960’larda devrim niteliğinde bir açılım evresine girer.  Türkiye’de geleneksel Kürt isyanlarının sona erdiği 1940’lardan itibaren, Musa Anter ve az sayıda arkadaşı Kürt hareketini canlandırmaya çalışırlar.  1959’da ünlü 49’lar davasında yargılanmak üzere tutuklanırlar. Bu dava aslında yeni bir dönemin habercisidir. 1950’ler ile 1960’lar arasında pek çok alanda böyle bir ilişki yaşanmıştır. Azınlık entelektüel gurupların umutsuz ve izole görünen direnişi, 1960’larda yankısını bulacak ve Kürt hareketinin filizlenmesi adına toplumsal açılım sürecine girilecektir. Bu sosyalist hareket için de böyledir, Kürt hareketi için de. 1960’ların ortalarından itibaren, Türkiye İşçi Partisi ve gizli T-KDP çevrelerinde Kürt hareketi bir canlanma yaşayacak ve hızla sosyalist muhalefet kanalına akacaktır.
 
1960’lardaki gelişmelerin ürünü ve 12 Mart rejimi sırasında toplu yargılamaların da konusu olacak DDKO, bağımsız Kürt hareketi adına toplumsal açılımın da ötesine geçildiğini ve örgütsel olarak kendisini bağımsızlaştırma eğiliminin güç kazandığını gösterir. Aynı dönemde Musa Anter’e DDKO’nun ruhu denilmekte ve sosyalist Kürt gençlerinin Türk solu içinde erimesine itiraz etmesiyle tanınmaktadır.

Musa Anter İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş dönemini başından sonuna yaşayan bir Kürt aydınıydı. Katledildiği tarihte, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin üzerinden henüz birkaç yıl geçmişti ve her şeye rağmen geleceğe daha umutlu bakmak mümkündü: Kürt cini artık küresel ölçekte şişeden çıkmış ve Kürtlerin tanınması adına geri dönülmez bir yola girilmişti.

Biyografik bir eser olduğu söylenen “Araf”ta, Musa Anter’in 1960’lar 1970’ler ve 1980’lerdeki hayatı neredeyse tamamen karanlıkta bırakılır. Zaten tanındığı 1990’lar ise sıkı bir oto sansür baskısı altında kalır. Ben özellikle bu 30 yıllık dönemin geçiştirilmesini, Soğuk Savaş sonrasında politize olan genç jenerasyonların Kürt hareketine dönük bazı tarihsel evreleri “unutmasına” da bağlıyorum. Musa Anter’in deyimiyle Kürt hareketinin “eksilerden” işe koyulduğu 1950li yıllar kale alınmakta, ama sonrasında belirsiz bir şekilde 1990’lara gelinmektedir. Dolayısıyla eser biyografik olma iddiasını tamamen yitirmektedir.

Bunun sonucunda, Musa Anter’in Kürdistan ile Türkiye arasında kurmuş olduğu köprünün niteliği de anlaşılmaz hale gelmektedir. Söz konusu olan elden geldiğince Musa Anter’in sempatik ve esprili bir sunumunun yapılmasıdır; çelişkileriyle, gel gitleriyle, belki bilinen ama bir şekilde görünmez kılınmış siyasi deneyimleriyle bir Kürt aydını portresi çizilmemiştir.

 “Araf” eskiz niteliğinde ve kabul edilemeyecek biyografik eksiklikler içeren bir eser olarak değerlendirilmeli, yeniden ele alınarak geliştirilmelidir. Oto sansür uygulayacağım derken kantarın topuzunu bu kadar kaçırmaya, toplumsal ve politik bağlamı bu kadar belirsiz bırakmaya gerek yoktur. Aksi takdirde “Araf”, şiirsel anlatımla buluşmaya çalışan bir çeşit stand up show denemesi olarak kalır. Bunda ısrar edilecek olursa, esere “Musa Anter’den Bazı Anekdotlar” adını vermek daha doğru görünmektedir. 

Karşılaştırmalı bir fikir edinmek için, “Araf”ı seyredenlerin bir de Yahya Kemal’i anlatan “Kendi Gök Kubbemiz”i seyretmelerini önermek isterim. Bu esere yöneltilen bazı eleştiriler, “Araf”a yöneltilebilecek eleştirilerle kesişiyor. Bu yazıda ben sadece metne bakarak bazı izlenimlerimi aktarmaya çalıştım.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish