İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ardeşenliler, Lotus, Hêvî

18-19 Mayıs tarihlerinde İATG, çok kültürlü toplum yapısının kamusal alanda görünür olmasını amaçlayan etkinliklere sahne oldu. Bu yazıda, 19 Mayıs’ta izleme olanağı bulduğum üç topluluk (Ardeşenliler Kültür ve Dayanışma Derneği, Hêvî Kültür Merkezi ve Lotus Kültür Merkezi bünyesinde faaliyet gösteren tiyatrolar) ve ürünleri hakkında izlenimlerimi aktarmak istiyorum.

Ardeşenliler yöre derneğinde Lazca ve Türkçe, Ümraniye’de faaliyet gösteren Hêvî ve Bağcılar’da faaliyet gösteren Lotus kültür merkezlerinde Kürtçe ve Türkçe tiyatro yapılıyor. Her üç topluluk da doğaçlamadan hareket eden bir çalışma yöntemini öne çıkarıyor. Gerçi Hêvî’nin İATG’ye taşıdığı gösteri tamamen Kürtçeydi ve doğaçlamadan ziyade bir oyun taslağı izlenimi veriyordu. Fakat, kendileri gündelik gözlemlerden hareket eden doğaçlama kaynaklı gösteriler de yaptıklarını belirttiler.

Hayat tecrübesinden derlenen vukuat ya da hikâyelerin merkeze alındığı bir sahneleme anlayışının amatör tiyatro (özelde çalışanların tiyatrosu) tarafından ihmal edilmemesi gerektiğini ve gerçekte en büyük zenginliği olduğunu biliyoruz. Fakat profesyonel tiyatroya hâkim çalışma yöntemleri ve oradan devşirilen klişeler amatör tiyatro üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor ve sahip olduğu zenginliğin ifade edilmesinde bir engele dönüşüyor. Bu sorun, vukuat ve hikâyelerin dramatize edilmesine, edebi metin yazımı ve doğaçlamaya gereken önem verildikçe aşılacaktır..

Tiyatro mesleki ve giderek daha fazla metalaştırılan bir faaliyet olarak yüceltilirken kurulan amatör-profesyonel kutuplaşmasının, amatör kelimesinin içerdiği aşık veya sevdalı anlamının zayıflamasına yol açtığını ve küçümsendiğini daha önce bir yazımda belirtmiştim. Ardeşenliler, Hêvî ve Lotus gibi yapılar bu trendin altını oyan yapılardır. Kültür-sanat faaliyetinin toplum tabanında yaygınlık kazanmasında öncü bir misyon üstlenir, yerleşik amatör-profesyonel kutuplaşması dışında bir amatörlük tanımının geliştirilmesine hizmet ederler. Profesyonel tiyatro karşısında varlık göstermek ve iyi işler çıkarabileceğini ispat etmek isteyen bir amatör tiyatro anlayışı bir yere kadar yol açıcıdır; çünkü, nihayetinde kutuplaşamanın muhafaza edilmesi ve bu ilişki içinde amatör tiyatronun alt kültürcü ya da “arka bahçe” yorumu da muhafaza edilmiş olur.

Bu toplulukların 19 Mayıs’taki gösterilerinden ve onlarla yapılan söyleşilerden şu izlenimleri edindiğimi söyleyebilirim:

Ardeşenlilerin “Ne Kaldı Yaşatacak?” adlı oyunu, hem geleneksel hem modern hatlara sahip Karadenizli (Laz) bir aile ve yakın ilişkileri üzerinden, asimilasyondan çevre ve sağlık sorunlarına hayati konuların tartışıldığı bir oyun. “Ne Kaldı Yaşatacak?” dramatik bir olay örgüsünü değil, aile içinde meydana gelen vukuatları temel alan bir yapıya sahip. Bir anlamda, televizyonlarda aile hayatında meydana gelen vukuatları işleyen komedi dizileri karşısında bir seçenek sunuyor. Televizyonda olduğu gibi sevimli, bazen absürd ve yaşadıkları çelişkilere gülüp geçilen, nihayetinde standart ve depolitik orta sınıf yaşantısını olumlayan değil, yine sevimli, bazen absürd ama sorgulanmaya açık ve çarpıcı toplumsal sorunların işlendiği bir aile ve yakın çevrenin sunumu yapılıyor. Bu da, farkı anlayabilmek için, güldürü biçimlerinin dramaturjik bağlamının fark edilmesi gerektiğini gösteriyor.

Oyunu seyrederken başlangıçta yöre kültürüne aşina olmayanlar açısından dilsel engellerin ortaya çıktığı söylenebilir. Fakat zaman geçtikçe, yöre kültürüne aşina olmayan seyirci için de Karadeniz şivesi anlaşılır olmaya ve dilsel engeller ortadan kalkmaya başlıyor. Oyun içinde Lazca konuşmalar oyuna yedirilerek çevrildiği için bu konuda da bir sorun yaşanmıyor.

Topluluk hem yerel dilin damgasını vurduğu bir Türkçe şiveyle hem de standart bir Türkçeyle ve zaman zaman doğrudan Lazca konuşuyor. Yaşlılarda Karadeniz şivesi şiddet kazanır ve yer yer Lazca konuşmalara da yer verilirken, orta yaş gurubunda şivenin şiddeti azalıyor, torunlarda ise Türkçenin standart kullanımı öne çıkıyor. Bu da Türkiyeli Laz toplumunda asimilasyonun genç kuşaklara doğru ciddi bir ivme kazandığını ve önlem alınmaz ise, Lazca’nın tehlike altında diller kategorisinden ölü diller kategorisine geçebileceğini gösteriyor.

Topluluğun dil politikası kabaca şöyle: Seyirci profili göz önünde bulundurularak duruma göre Lazcaya daha fazla ya da daha az yer vermek. Böylece sanatsal düzeyde hem Türkçenin standart kullanımının aşılmasına hem de ölüm tehlikesi altında diller arasında yer alan Lazcanın yaşatılmasına katkı sunulmuş oluyor. “Ne Kaldı Yaşatacak?” sorusunun bir yanıtı da tabii ki Lazca; fakat, bu mesajın belli bir çekingenlikle verildiğine kuşku yok. Bu anlamda topluluğun yoğurdu üfleyerek yediğini söylemek mümkün.

Gösteriden sonra “Ne Kaldı Yaşatacak?”taki kasıtlı olarak oyuna sokulmuş bazı didaktik öğeler seyirciler arasında tartışıldı. Karadeniz oto yolu, akarsuların çöplerle kirletilmesi, Çernobil felaketi sonrası gözle görülür bir artış kaydeden kanser vakaları ve günümüze kadar süren etkileri sorunsallaştırılırken, asgari olarak nelerin yapılabileceğine ilişkin açık mesajlar veriliyordu. Bu türden didaktik unsurların oyuna dahil edilmesi beni rahatsız etmedi. Çünkü hayati meselelerle ilgili olarak oyun akışı içinde parantezler açarak mesajlar vermek yerel cemaat tiyatrosu yapan bir topluluk için gayet doğal ve faydalı.

Ardeşenlilerin yaptığı tiyatroya ilişkin olarak ciddiyetle eleştirilmesi gerektiğini düşündüğüm bir nokta, oyun yapısının taşıdığı bazı kurgu, üslup ve biçim zaaflarının üzerine ayrıntılı bir şekilde gitmemiş olmaları. Ortada doğaçlama ve güncellemeye çok uygun, dolayısıyla sürekli repertuarda tutulabilecek bir oyun yapısı var. Rollerin neredeyse tamamı iyi icra ediliyor. Ele alınan konular hayatın içinden ve oldukça çarpıcı. Fakat, örneğin “uykucu” olarak çizilen erkek torun oldukça çarpıcı bir tipleme olmaya aday iken, henüz çalışmanın başlangıç aşamasında olduğu izlenimi uyandırıyor. Bu da kısmen tiplemenin biraz daha oturtulması ve doğaçlamalardaki fonksiyonunun artırılması ile çözülebilecek bir sorun. Daha birçok şey tespit edilebilir. Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: “Yaşatacak Ne Kaldı?”, doğaçlamaların çıkış noktası olduğu unutmaksızın bazı biçim ve ayrıntı sorunlarının üzerine gidildiğinde, halk tiyatrosu adına çok daha büyük b,r kazanım olacaktır.

19 Mayıs’ta gösterilerini seyrettiğimiz ve Bağcılar bölgesinde faaliyet gösteren Lotus tiyatro topluluğu, nüfus dairesinde geçen ve kimlik sorununu işleyen bir doğaçlama çalışmasının sonuçlarını sundu. Bu topluluk aynı zamanda “emeğin tiyatrosu” diyebileceğimiz alanın temsilcilerinden birisi olarak değerlendirilebilir. Bu temsilciliği aynı zamanda Kürt tiyatrosu kategorisi altında faaliyet gösteren bir topluluğun üstlenmesi doğal karşılanmalıdır. Özellikle 1990’larda İstanbul’un Kürdistan’dan aldığı göçle Kürtler işsizler ve kayıt dışı işçiler arasında hatırı sayılır bir yaygınlığa uğraştılar. Aynı süreçte, sefalet, suç, fuhuş ve uyuşturucu kullanımının tehdit ettiği Kürt gettoları oluşmaya başladı. Lotus (bataklıkta büyüyen çiçek), siyasal bilinçle yoğrulan bir kültür merkezi olarak, bu sorunlarla kültür-sanat faaliyeti aracılığıyla mücadele etme perspektifine sahip.

Lotus’un sergilediği çalışmada ağırlıklı olarak Türkçe, ama yer yer yoğun bir Kürtçe kullanımına gittikleri görülüyordu. Bu çalışmada da oyuna yedirilmiş çeviri yoluyla Kürtçe kullanımı Kürtçeyi bilmeyenler için bir engel olmaktan çıkarılmıştı. Nüfus dairesine hakim memur ideolojisinden çeşitlemeler, nüfus kaydı oldukça gecikmiş oğluna Bawer ismini koyamayan bir babanın, kayıtlarda ölü görünen Kürt bir dedenin ve Ebru ismini almak isteyen bir travestinin aşılamaz bürokratik engeller ve yasaklarla uğraşıp durması, bu arada Ebru ismini almak isteyen travestinin de Kürt olduğunun anlaşılmasıyla devlet mağduru Kürtler tarafından aşağılanması ve kendi içlerinde yaşadığı ayrışma doğaçlama çalışması içinde meydana gelen vukuatları oluşturuyordu.

Ümraniye bölgesinde ve Lotus’a benzer amaçlarla faaliyet gösteren Hêvî’nin (Umut) sunduğu çalışma Kürtçe olduğu ve bir şekilde çevirisi yapılmadığı için, Kürtçe bilmeyenler konunun ayrıntılarına vakıf olma şansına sahip olamadı. Söyleşi bölümünde topluluk tarafından “performans” olarak nitelenen çalışma, Kürt kimliğinin nasıl delilik ve acımasız bir şiddetle yoğrulduğunu gözler önüne serme amacı taşıyordu. Açıkça, korku, acıma ve dehşet gibi trajik etkilerin yaratılması hedefleniyor ve özellikle yakılan ağıt bölümünde yoğun bir empati talep ediliyordu.

Gün boyunca sergilenen üç gösteri hakkında bir üslup belirlemesi yapılacak olursa, Ardeşenlilerin genelde serinkanlı güldürüye, Lotus’un traji-komik, dolayısıyla şiddetli bir güldürüye, Hêvî’nin ise iç parçalayıcı bir trajediye yöneldiği söylenebilir. Bu durumun yoğurdu üfleyerek yeme tavrı ile isyancı tavır arasındaki ayrımla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Kürt tiyatrolarında mizah da hüzün de şiddetli (isyancı) biçimler ediniyor ve sahneye hakim üsluplar da ona göre şekilleniyor. Buna karşılık Ardeşenlilerin hayati konulardaki eleştirel tavrı oldukça temkinli biçimler ediniyor.

Lotus ve Hêvî’nin gösterilerinden sonra yapılan söyleşide tartışmaya açılan bir konu, iki gösteri arasındaki yaklaşım farkıydı. Lotus’un gösterisi doğaçlama çalışmaların ürünü gündelik hayata dair vukuatlar ilken, Hêvî’nin gösterisi dramatik bir kesit görünümünde bir oyun taslağı görünümündeydi. MKM’deki tiyatro geleneğine oldukça benzer çizgilere sahip olduğunu tespit etmek mümkündü. Halk tiyatrosundan ziyade, genelde profesyonalist ya da seçkinci tiyatrolara özgü kasvetli, ama aynı zamanda protest bir dramatizasyon anlayışı benimsenmişti. Söyleşi sonrasına da taşan sohbetlerde, Hêvî’den tiyatrocular, İATG’ye taşıdıkları gösteriden farklı olarak doğaçlamaları temel alan ve deneyim ve gözlemlerinden devşirdikleri sorunları ele aldıkları bir tarzla da tiyatro yaptıklarını belirttiler.

Söyleşi sırasında tartışılan bir konu da Kürt siyasetinin içe dönük anlayışının aslında Kürt tiyatrosuna da yansıdığı oldu. Oysa Lotus ya da Hêvî gibi yerel ve halkın içinden tiyatro yapma şansı olan tiyatroların Kürtlerin dertlerini dile getirirken toplumsal sorunları daha geniş bir perspektifle ele alabilecekleri belirtildi. Daha geniş bir perspektiften kasıt, TC vatandaşlığını etnik ve dinsel bir Türk tanımının belirlediği bir toplumda, Türklerle Kürtlerin karşılaştığı, birbirine karışıp iç içe geçtiği ama aynı zamanda etnik çatışmanın sınırlarında dolaştığı alanlarda gerçekten nelerin olup bittiğine odaklanmak ve hikaye ve vukuatları daha geniş ve zengin bir çerçeve içinde çeşitlemek.

İATG birkaç yıldır Türkiye tiyatrosuna dönük kültürel çoğulculuk vurgusunun hem korunduğu hem geliştiği bir içerik ediniyor. Bu yıl 18 ve 19 Mayıs etkinlikleri, 2006’da Alternatif Tiyatrolar Buluşması’nda (ATB) gözden geçirilen ve yeniden formüle edilen şenlik anlayışının hayati olduğu söylenebilecek kültürel çoğulcu boyutunun başarılı sonuçlar üretebileceğini bir kez daha gösterdi.

Seneye ne olur?

Hrant Dink cinayetiyle simgelenen resmi bastırmacı yaklaşımın ve darbe beklentilerinin rutin bir hal aldığı bir toplumsal ortamda, İATP-G’nin izini sürdüğü Kürt, Laz, Ermeni, Rum, Çerkez vs… tiyatroları bir araya getirmesinin ve bu tiyatroların kamusal açılımına katkı sunma olanaklarının kararlı bir şekilde devam edebileceğinin garantisini hiç kimse veremez. Bu nedenle, toplulukların bir araya gelme ve kendilerini ifade etmenin ötesinde, kültürel çoğulcu bir tiyatro ortamını örgütlü ve yıkıcı spekülasyonları boşa çıkaracak biçimde tesis etme arayış ve çabalarını arttırmaları gerekiyor.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish