Türkiye AB sürecine girdiğinde, tepki hareketi veya seyirci olmanın ötesinde müdahaleci olabilmek, işbirliği olanaklarını geliştirmek sol muhalefetin başlıca sorunlarından biriydi. Bu durum hâlihazırda devam ediyor. AB ile bütünleşmeye dair kabaca üç yaklaşımdan söz edebiliriz. Birincisi, AB sürecinin doğrudan karşısında olmaktır; ikincisi, demokratikleşme yolunda ileri adımlar içerdiği için AB sürecini desteklemektir; üçüncüsü AB ile bütünleşmeyi stratejik ve nihai bir hedef olarak benimsemektir. Bizi bu yazıda ilgilendiren ikinci seçeneği kafa karışıklığı yaratarak ‘İstemem yan cebime koy’, yaklaşımıyla gizli biçimde tercih edenlerdir.
CNN Türk’te Taha Akyol’un programında, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras ‘AB’ye AB içinden muhalif olmak’ gibi bir seçenekten söz ediliyordu. Burada Eğer yanlış anlamadıysam’ demek zorundayım, çünkü ‘AB’ye evet ya da ‘AB’ye hayır’ biçiminde net bir yaklaşım dile getirilmiyordu. Ben bu tavrı ‘istemem yan cebime koy’ şeklindeki yaklaşımın bir çeşitlemesi olarak değerlendiriyorum. Bir yandan AB’ye karşı olunmak zorundadır, çünkü AB küresel kapitalizmin Avrupa merkezli geniş bir coğrafyayı temsil etmeye aday organıdır. Diğer yandan Türkiye’de AB sürecinin mevcut alternatifi faşizm olduğu için ‘AB’ye hayır’ demek kolay değildir. En iyisi, açık bir AB karşıtlığından kaçınmak, AB sürecinin desteklenmesi işini başkalarına bırakmak, yasallığın güvenceye kavuşturulduğu bir siyaset ortamının şekillenmesini beklemektir. Sorun şuradadır: Siyasal güçler dengesinin Türkiye’de AB/ Faşizm ikilemini doğurduğunu görmezden gelmek.
Öncelikli hedef faşizmi elimine etmek olduğunda AB’ye evet mi yoksa hayır mı denileceği değil, nasıl evet denileceği, evetleme çerçevesinde ortaya çıkan ittifak olanakları, ittifakların hangi biçimleri alabileceği, geliştirilecek ortak talepler gündeme gelir. AB’ye ilişkin netlik oluşturmaktan kaçınan, söylem karmaşası yaratan siyasal oluşumların kendilerini marjinalleşmeye mahkum etmiş olmaları ciddiye alınmalarını gereksiz hale getirmiş olduğu söylenebilir. Fakat Türkiye’deki demokrasi kültürünün zaaflarına işaret eden kristalize yapılar ürettikleri unutulmamalı.
AB sürecinde örneğin sosyal demokrat hareket güçlü bir dinamik oluşturabilseydi sistem karşıtı sol muhalefetin siyasal temsilcisi olma iddiasındaki oluşumların haşarı çocuk rolünü oynama lüksü olabilirdi. Fakat bugün böylesi bir sosyal demokrat dinamiğin örgütlenemediği apaçık ortadadır.
Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu en geniş ve çeşitlenmiş biçimiyle demokratik mutabakattır. AB’ye evet’ demekten, AB sürecine şekil vermek üzere inisiyatif geliştirmekten korkulmamalıdır. Kanlı komplo ve provokasyonların kolayca sahnelenebildiği, savaşa ve sefalete mahkum bir ülkede yaşamayı hak etmiyoruz.
Son bir yıldır yapılamayanın önümüzdeki dönemde yapılıp yapılamayacağını hep birlikte görüp yaşayacağız.
NOT: Aslında köşemde ağırlıklı olarak sanatla ilgili yazılar yazmam gerekiyor. Fakat Türkiye’nin aydır yaşadığı kritik süreç dikkatimi fazlasıyla siyaset dünyasına yöneltti. Bununla birlikte, sanatsal formasyonumun sahnelemeye dair olması siyasi ilgimi haklılaştırabilir. Siyasal çözümleme ile sanatsal imajinasyonun ilişkisinden verimli sonuçların elde edilebileceği bilinen bir şeydir.
İlk yorum yapan siz olun