DTP milletvekili Hasip Kaplan’ın Radikal gazetesi adına Neşe Düzel’in Abdullah Öcalan ve PKK ile ilgili sorularına yanıt vermeyi reddetmesi ve DTP’nin DEP’lileştirilmesi konseptinin uygulanmasından Neşe Düzel’i de sorumlu tutması, büyük bir siyasetçi gafı olarak tarihe geçti. Daha sonra, 29 Eylül’de SkyTürk’te Enver Aysever’in Aykırı Sorular programında oldukça sakin bir tavır göstererek benzer sorulara yanıt vermeyi kabul etti. O zaman anlaşıldı ki, DTP-PKK ilişkisi ya da Abdullah Öcalan’ın DTP üzerindeki etkisi yasalcı ve gerçeğe aykırı bir yorumun konusu haline gelmiş. Daha doğrusu DTP içinde fiili bir işbölümü yapılmış: Bir kesim DTP’li milletvekili kolaylıkla yargı yolunun da önünü açacak ve Kürtçü duygulara hitap eden tepkisel demeçler verirken, diğer bir kesim DTP’nin PKK ve Abdullah Öcalan ilişkisini ört bas etme ve bu şekilde kriminalize olmaktan kurtulma çabası içinde.
Siyasi magazin konusu haline de gelen DTP-PKK ilişkisi var mı yok mu ya da DTP Abdullah Öcalan’ın talimatıyla mı kuruldu tartışmalarına objektif giriş yapıldığında,, Hasip Kaplan’ın yasalcı argümanları (organik bir ilişkimiz yoktur, olamaz tespitleri) ister istemez demagojik hale gelmektedir. Tabii ki DTP Abdullah Öcalan’ın talimatıyla kurulmuştur ve PKK’nin de DTP’den soyutlanmasının imkanı yoktur. Bu konuda “çarpıcı” iddialarla ortaya çıkan ve Aykırı Sorular’da Hasip Kaplan’la polemiğe giren Kürt aydını Ümit Fırat zaten bildik olanı bildirerek, PKK’siz çözüme endeksli entelektüel rant pazarında iş kovalıyor o kadar. Örneğin PKK’nin terör eylemleri yaptığını kolaylıkla ifade edebiliyor, ama PKK terör örgütü mü değil mi sorusunu netlikle yanıtlayamayacağını, çünkü bu sorunun sadece bir yanıtının olduğunu, aksi bir yanıtın (PKK terör örgütü değildir düşüncesinin) yasal olamayacağını öne sürüyor. Böylece objektifliğe özen gösteren aydın cesareti adına değil de, Kürt aydın koruculuğu adına “çarpıcı” demeçler verme alışkanlığından kurtulamadığını bir kez daha gösteriyor.
Mevcut yasal mevzuat PKK-DTP ilişkisini ya da Abdullah Öcalan’ın DTP’ye dönük yönlendirmelerini gösteren olguların varlığını inkar etmeyi haklı çıkarmakla birlikte, bu ilişki ya da yönlendirmede baş “suçlunun” devlet olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. Çünkü İmralı’ya kapatıldığı 1999’dan beri, Abdullah Öcalan tüm talimatlarını devletin gözetimi altında ve bilgisi dahilinde vermiştir. Bunun anlamı, PKK’nin lideri tarafından yönetilmesine, devletin izin vermesidir. Ancak 2004 yazından itibaren, Abdullah Öcalan’ın da onayı ile PKK’nin savaş (“aktif meşru savunma”) kararı almasıyla, devlet belirgin bir tavır değişikliğine gitmeye başlamış, Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit baskısı arttırılmış ve “pratik önderlik” yapamaz hale getirilmiştir. Bunun bir anlamı da, Kürt siyasetinde askeri çözüm arayışlarının yeniden canlandırıldığı yeni bir evreye geçilmesi ve 2000-2005 arasında sivil mücadele alanında yaşanan tıkanmanın mevcut örgütsel işleyişle aşılamayacağının itiraf edilmesidir. Bu devlete hakim güçlerin de istediği bir çıkıştır; çünkü Kürt sorununu terörize etmeden geleneksel inkarcı siyasetini sürdürmesinin meşru bir zemini kalmamıştır.
Hasip Kaplan ne derse desin, DTP’nin PKK ve Abdullah Öcalan’ın söz sahibi olduğu bir parti olarak yargılanması, mahkum edilmesi ve kapatılması zor değildir. Savaş konjonktüründe devletin DTP’ye karşı uyguladığı politika gerçekten de DEP’lileştirmedir; DTP’den PKK’yi terör örgütü olarak ilan etmesinin talep edilmesi 1990’lardan kalma standart ve bildik bir politikadır ve DTP’nin siyaseten paralize edilmesinde de işe yarayacağı açık görünmektedir.
DTP’nin siyaseten paralize olacağı sonucuna nereden ulaştığımız sorulacak olursa, iki temel nedenden söz edilebilir: Birincisi, DTP’nin dayandığı bağımsız ve örgütlü bir sivil halk hareketinin yokluğudur. Başka bir deyişle, DTP halkla ilişkileri son derece sorunlu bir örgüttür. Kurumsal işleyişi şekilci ve özellikle Kürdistan’da ağır devlet baskısı altındadır. İkincisi, 2004 yazından itibaren PKK’nin geliştirdiği askeri mücadele çizgisi 2007 seçiminden sonra değişmeden devam etmiştir. Bu da DTP’nin siyasi manevra alanını sınırlamakta ve yasal mücadele olanaklarını değerlendirmesini zora sokmaktadır.
Denilebilir ki öyleyse KCK nedir? KCK vatandaşlık temelinde ve tüm Kürt toplumunu içine almayı hedefleyen bir halk örgütlenmesi değil midir? DTP de KCK sisteminin bir parçası değil mi? Dolayısıyla KCK, DTP’nin ihtiyaç duyduğu kitle temelini zaten sağlamıyor mu?
Anayasa tartışmalarının yaşandığı bugünlerde bir de dönülüp KCK sözleşmesine bakılsın, orada görülecek olan anayasa ile parti programı karışımı, yani parti-devlet tasarımının bir yeniden üretimidir. Kapıdan kovulan “reel” sosyalizm, pencereden geri sokulmuştur. Ayrıntılara hiç girmeden en azından şunlar söylenebilir sanıyorum: KCK sözleşmesinin anayasal bilinç kazanmak üzere halk tarafından geniş bir şekilde tartışıldığını, farklı kanallardan halk tarafından oylandığını vs. duyan oldu mu? Kendi içinde demokrasinin asgari ve temel gereksinimlerini göz ardı eden bir siyasi hareketin Türkiye’deki demokratikleşme mücadelesinin lokomotifi olma iddiası ne kadar inandırıcı olabilir? Kısacası, verili haliyle, PKK-KCK ilişkisi klasik parti-dernek ilişkisinin ötesinde bir yere evrilmeye aday değildir. Zaten süregiden daralma da klasik parti-devlet konseptinin bir ürünüdür.
Bu durum nasıl aşılacak?
Şu anda Kürt hareketine hakim siyaset daraltıcı ve askeri çözümü öne çıkaran bir perspektif ile hareket etmektedir. Halkın örgütünü kurma ve hayata geçirme projesi rafa kaldırılmış, DTP’ye de dışsal, ikincil ve emanetçi bir misyon yüklenmiştir. 2004 yazından beri bu yaklaşım reel-politik zeminde sınanmaktadır. Bu duruma itiraz edenler varsa, şikayet ve dedikodu üretmek yerine alternatif girişimler örgütlemek ve geliştirmekle yükümlüdürler. Belki o zaman demokratik, sosyalizan ve özgürlükçü parametrelerin Kürt halk hareketi tarafından içselleştirilebileceğine ilişkin ciddi bazı ipuçları verilmiş olacaktır.
DTP bu açıdan umut veremiyor. Bir hukuk uzmanı olarak kabul edilebilecek DTP milletvekili Hasip Kaplan, alternatif bir anayasa taslağı oluşturmak adına bir hazırlık yapılmadığını itiraf ediyor ve AKP’nin hazırlattığı anayasa taslağını orasından burasından eleştiriyor; bir de yeni bir taslak adına topu oraya buraya atıyor. DTP muhalefet mi yapacak muhalefetçilik mi? Muhalefetten anladığımız alternatif geliştirmektir elbette.