Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tiyatrolara mali desteği bir süre spekülasyonların, hangi tiyatrolara destek sunulacağı netleştikten sonra dağınık protestoların konusu haline geldi. Özellikle Gezi direnişine destek veren ya da katılan tiyatroların, daha önceki yıllarda aldıkları desteği alamadıklarına dikkat çekildi.
Elbette hükümet bu türden bir ayrımcılık yapıldığı iddialarını reddetti. Gerçekten de, Gezi direnişinin yanında yer alan sanatçıların içinde yer aldığı tiyatroların bir kısmı bakanlık desteği almayı başarmıştı. Dolayısıyla destek alamayan tiyatroları kestirmeden Gezi-zede olarak değerlendirmek doğru mu?
Öncelikle belirtilmesi gereken bir husus, tiyatroların örgütlü bir şekilde Gezi direnişine katılması gibi bir durumun yaşanmadığıdır. Tiyatro çevrelerinden sanatçılar genelde sade vatandaş konumunda, yer yer sanatsal katkı sunmaya çalışarak Gezi direnişini desteklemiş ya da doğrudan içinde yer almıştır. Bununla birlikte, Gezi direnişine destek veren sanatçıların kara listeye alınmış oldukları bir sır değil. Bir Twitter mesajı nedeniyle Oyuncular Sendikası Genel Başkanı Mehmet Ali Alabora üzerinde kurulan faşizan baskı, günlerce medyayı meşgul eden konular arasında yer almıştı. Açık istihbarat çalışması yürüten çeşitli internet sitelerinde, Gezi’ye destek veren sanatçı ya da sanat topluluklarının mimlendiğini ve listelendiğini de biliyoruz.
Hükümetin kültür-sanat siyaseti 2011 genel seçiminden itibaren, açıkça seküler tiyatronun tasfiyesini de içeren bir çerçeve edinmiştir. Sosyal demokrat Ertuğrul Günay’ın Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan uzaklaştırılmasıyla, bu dönemin açılışı resmen yapılmıştı. 2012’de İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen darbe ve bugün bakanlığın ayrımcılık içerdiği açık icraatı, seküler tiyatroları tasfiye harekâtının belirgin aşamalarıdır. 12 Eylül’de olduğu gibi topyekûn tasfiye planı değil, aşamalı ve parçalı bir tasfiye planı uygulanmaktadır.
Genco Erkal’ın 12 Eylül’de bile bu başımıza gelmemişti tespiti bir anlamda doğrudur. 12 Eylül’de hedef, esas olarak radikal sol harekete eklemlenmiş tiyatroların tasfiyesi ve terbiye edilmesiydi. Bugünkü hükümetin hedefi ise, sınır tanımaksızın her parçasıyla seküler tiyatronun tasfiyesi ve terbiye edilmesidir.
Ortaya çıkan boşluk Türk-İslam ideolojisi çizgisinde tiyatrolarla doldurulacaktır. TEB Başkanı Üstün Akmen bu noktayı şöyle ifade etmiş: “Devlet yardımı bu yıl AKP’nin ianesine dönüştürülmüş, siyasi erke muhalefet eden toplulukların ödenekleri kesilmiştir. Duayla başlayacak, Said-i Nursi propagandası yapacak adı sanı duyulmamışlara destek verilmiştir. Bu ayıba ortak olanlara yazıklar olsun, yuh olsun.”
Bu yıl şu ya da bu topluluğun niçin bakanlıktan destek alamadığını açıklayacak bir akıl olamaz. Destek alamayan toplulukların üretken oldukları, rüştlerini çoktan ispat ettikleri ortadadır. Normalde tartışılması gereken, özellikle yeni kurulan ve profesyonel tiyatro yapmayı amaçlayan topluluklara yeterince destek verilip verilmediğidir.
Medyada bakanlığın destek vermediği tiyatroların adları okunduğunda ortaya çıkan tablo, net bir skandala işaret etmektedir. Bakanlığa “Hangi kriterlere göre destek verdiniz?” sorusunu sormak abesle iştigaldir. Belli ki bakanlık ve onunla birlikte hareket eden tiyatrocular, seküler tiyatronun tasfiyesi ve yerine Türk-İslam ideolojisi çizgisinde tiyatroların ikamesi planına uygun bir darbe daha gerçekleştirmişlerdir.
Altını çizmek lazım: Söz konusu olan, devlet eliyle seküler tiyatroların yanı sıra mütedeyyin ya da dini duyarlılığı öne çıkaran tiyatrolara alan açmak değil, tiyatro alanında sekülarizmin tasfiyesine paralel Türk-İslam ideolojisi atılımını gerçekleştirmektir. Türk-İslam ideolojisinin atılımı bu şekilde gerçekleştirildiğinde, bu artık Türk-İslam faşizminin tiyatroyu fetih harekâtıdır.
Peki, ne yapmak lazım ve ne yapılabilir?
Bu soru, daha doğrusu soruların yanıtını vermek kolay değil. 2011 genel seçiminden beri açık ve aşamalı bir tasfiye harekâtı ile karşı karşıya kalan seküler tiyatro çevrelerinin hal ve gidişatı, güçlü bir şekilde demokratik argümanlar üretilebildiğini ve örgütlenme konusunda ciddiye alınabilir adımlar atılabildiğini göstermiyor. Gezi direnişinin ruhunu çağırmak yardımcı olabilir belki, ama belli ki, büyük 10 Kasım Anıtkabir mitinginde olduğu gibi, büyük bir umutsuzlukla Atatürk’ün ruhunu çağırma eğilimi daha ağır basabiliyor.
İyi haber şu: Yüksek siyasete endeksli ve hami arayışında bir tiyatro muhalefeti pratik olarak geçerliliğini tamamen yitirmiş durumda. Kötü haberler ilkesel meşruiyet zemini zaten kuvvetli bu realite tanınmadığında gelecek.
Ne yapmalı – yapılabilir sorularını ayrıntı içerecek şekilde başka bir yazıda ele almak daha doğru olur. Şu anda güncel olarak mesele şu: Tamam, bakanlık desteğinden mahrum bırakılan tiyatrolar hangileri, belli oldu. Maddi olarak kayba uğradılar, ama manevi kazançları büyük. Peki, bakanlık desteği alan tiyatrolar ne yapacak? “Biz alacağımızı aldık, alamayanlar ne yazık ki avuçlarını yaladı” deme durumuna mı düşecek?
İkinci ve asıl mesele ise şu: Tiyatrolar bir araya gelip bakanlığı by pass ederek yüzlerini halka dönmenin yollarını bulacaklar mı? Ben kültür-sanat adına halkın parasını gasp edip keyfine göre dağıtan bakanlığın vermediği desteği halkın vereceğine inanıyorum. Tiyatrocuların da kurucu ve kelimenin gerçek anlamında bir çözüm süreci örgütlemesinde fayda var.
Bu yazı Mimesis Sahne Sanatları Portali’nde yayınlanmıştır.
İlk yorum yapan siz olun