İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir Tuhaf “Barış” Süreci

1999 Şubat ayında düzenlenen uluslararası bir operasyonla Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi, Türkiye’nin barış sürecine girmesi ve Kürt meselesinin PKK ile uzlaşma zemininde belli bir çözüme kavuşturulması bakımından bir dönüm noktasıdır. TC devletine söylenen şudur: Bakın PKK’nin siyasi manevra alanını kısıtladık ve onu bağımsızlıkçı Suriye-İran hattından uzaklaştırmak için liderini size teslim ettik. Artık bir şekilde aranızda anlaşın ve Türkiye’de Kürtlerin nasıl bir statüye kavuşturulacağına karar verin.
 
2004 yerel seçimlerine kadar bir adım atılmadı. Devlete hâkim güçler Kürtlerin anayasal haklara kavuşturulmasını istemiyordu ve Kürt hareketini epeyce bir çürüttükten sonra askeri başarı elde etme umudundaydı.  Beş yıl kadar süren bekleyiş, savaşın yeniden alevlenmesiyle sona erdi. Fakat PKK’yi bitirmek isteyenler için işler yolunda gitmedi. 2007 genel seçimlerinin sonrasında PKK’yi askeri olarak ezme planları boşa çıktı. Bu noktadan sonra Genelkurmay askeri inisiyatifi yitirdi ve Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturan İlker Başbuğ uzun süreli bir asimilasyon ve askeri savaş planından yana olduğunu açıklamak zorunda kaldı. 
 
Tekrar başladığımız noktadayız. PKK Kürt halkı nezdinde siyaseten de toparlandığını gösterdiği 2009 yerel seçimlerinden sonra, tek taraflı sembolik ateşkes halini sürdürüyor. Fakat 1999’da olduğu gibi askeri gücünü sınır ötesine çekmek gibi bir jest yapmaktan uzak duruyor. Daha önce bu denenmiş ve bir sonuç alınamamıştı. Aynı jestin gerçekleşmesi için karşı taraftan bir jest bekleniyor.
 
Nitekim bir süredir hükümetin başbakanlık düzeyinde DTP’yi muhatap alması ya da arabulucuların devreye girmesi beklentisi var. Buna karşılık PKK-DTP bağlantısının üzerine gidilerek geniş çaplı gözaltı ve tutuklama operasyonları düzenlendi. Gözaltı ve tutuklama operasyonlarının DTP sınırlarını aşarak KESK’i de içine aldığı düşünüldüğünde, PKK’nin genel olarak yasal alanda iş görme iddiasının altının boşaltılmak istendiği söylenebilir. Yani bir kez daha PKK’siz  “çözüm” dayatılıyor.
 
Her şeye rağmen TC devletinin barışa yatkın bir konuma geçtiği iddia edilebilir. Turgut Özal kadar atak davranmasa da, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün atmış olduğu bazı adımlar var. Aynı zamanda Kürt-Türk savaşını alevlendirmek üzere donatılmış Ergenekon örgütünün elinin kolunun bağlanması da barış adına bir artıya işaret ediyor. Fakat üstesinden gelinemeyen temel bir mesele var: TC devletinin kendisini yenileme (çağa ayak uydurma) kapasitesinin eksikliği. Yüz yıl boyunca bütün planları bir Türk ulus-devletinin kurulması ve pekiştirilmesi üzerine yapmaların bedeli ödeniyor. Sonuç olarak devlet nezdinde barışın aktif sözcüleri ortaya çıkamıyor.
 
Hiç kuşkusuz Abdullah Gül uluslararası dinamikleri arkasına alarak bir çıkış yaptı. Fakat nihayetinde bu çıkışın devlet içinde destek bulması gibi bir sorun var. Mevcut meclis yapısı ve hükümetin Genelkurmay’a bağımlı siyaset anlayışı, barış sürecini tıkamayı sürdürüyor. Bu durumda Genelkurmay’ı ve meclisi barışa zorlayacak toplumsal muhalefetin yapıp edecekleri önem kazanıyor doğal olarak.
 
Toplumsal muhalefetin içine sürüklendiği barış kararsızlığının önde gelen öznesinin Kürt hareketi olduğunu düşünmeye devam ediyorum. Bu olgu yıllardır bir yılan hikâyesi haline geldiği için, bir kez daha üzerinde durmak istemiyorum. Sadece şu kadarını söyleyeyim: Türkiye’de hem kelimenin gerçek anlamında ana muhalefet konumunda olup hem de ulusal ve coğrafi sınırlamalara tabi olan bir hareketin barış sürecinin inşasında tek başına etkili olması mümkün değil. Fırat’ın batısındaki milyonlarca Kürdün varlığına rağmen nasıl Türkiyeli olabileceğini çözemeyen Kürt hareketi bu paradoksu aşamıyor. Dolayısıyla, kurulması olası barış masasının bir tarafında oturmaya gönüllü tarafı temsil etmenin ötesine geçemiyor. Oysa bu süreçte asıl mesele barış masasını kimlerin hazırlayacağı.
 
Solun barış gibi düzenli bir gündemi var mı o da belli olmadığına göre, geriye seçenek olarak “aydınlar partisi” kalıyor. Fakat bu cephede değiştirme değil de yorumlama eğiliminin ağır bastığı açık. Varsayalım ki barış sürecine sahip çıkma adına geniş katılımlı bir aydınlar deklarasyonu yayınlandı. Bu ancak bir iyi niyet bildirimi olabilir. Türkiye’ye lazım olan barış talebinin bir karara dönüştürülmesi ve bu kararda ısrar edilmesidir. Barış isteyen aydınlar ancak bu yönde bir hareketlilik için kararlı davrandığında ve çabasını uzun vadeye yaydığında işlevini yerine getirebilir. Bakalım devlet kendi barış gurubunu hazırlayabilir mi demenin bir anlam ve önemi olduğu hayli kuşkuludur.
 
Barış süreci iç dinamiklerle tuhaf olmaktan çıkarılmaz ise, Kürt coğrafyasının Türkiye’den ayrışmasının kaçınılmaz hale geleceğini söyleyebiliriz. On yılda bir yaşanan döngülerin sonsuza kadar süreceğini iddia etmek de bir tuhaflık olacaktır çünkü. Olası bölünmenin sorumlusu en başta TC devleti olacaktır, fakat Türkiye toplumu olarak basiretimizin bağlı olduğunu kabul etmek de gerekecektir.
 
Kürt hareketi adına iki olasılıklı stratejinin (Türkiye içinde bir Kürdistan ya da Türkiye’den ayrı bir Kürdistan) bir açmaza dönüştüğü kolayca söylenebilir. Makul görünenin Türkiye içinde kalma üzerine kurulmuş bir strateji olduğunu düşünmeye devam edenlerdenim. Fakat bu stratejinin önünü kim, nasıl açabilir o belli değil.
 
Bu yazının bir çözümsüzlük değerlendirmesi olduğunu kabul ediyorum. Çözümün şu anda verili olmayan politik bir dinamiğe ihtiyaç duyduğunu belirtmek zorundayım. Bu devlet-PKK kutuplaşması çerçevesinde halledilebilecek bir mesele olmaktan çoktandır çıkmış durumda. PKK’nin silah bırakmasını ve kaderine razı bir şekilde hiçliğe karışmasını talep etmek eşyanın tabiatına aykırı olduğu gibi, kısır döngünün devamına işaret etmektedir. 
 
PKK dönemsel olarak ve gelişmeleri takip etmek üzere sınır ötesine çekilmeyi kabul edebilir; fakat bunun için ona başvuru yapacak farklı bir dinamiğin ortaya çıkması ve kendisini taraflar arasında arabulucu pozisyona sokabilmesi gerekir. Bu dinamik DTP ve çeşitli çevrelerden aydın ve siyasetçilerin yan yana gelmesiyle yaratılabilir belki, ama PKK’siz “çözüm” saçmalıklarına hiçbir şekilde tenezzül edilmemesi gerekir.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish