İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çevreci Duyarlılık, Topçu Kışlası, AKM

Başbakan ısrarla eylemlere son verin artık diyor. Oysa İstanbul’da eylemler sıcaklığını yitireli günler oldu. Hafta sonu kitlesel kutlamaların başlamasından hemen önce, Taksim ve civarı sıcak eylem zamanlarında kalan delillerin sergilendiği bir açık hava müzesi gibiydi. Beşiktaş’ta onarım çalışmaları çoktan başlamış durumda. Bu çalışmaların Taksim’e doğru ilerlemesi kaçınılmaz. İstiklal Caddesi’nde zaten başlamış olan rutin hayat Taksim’i de içine alacak.

Gezi Parkı için aynı şey söylenmez. Orası artık kurtarılmış bölge. Başlangıçta az sayıda çevre duyarlılığına sahip insanın nöbet beklediği bir alan olmaktan çıkmış, hükümete muhalefet etmeyi sürdüren her çeşit çevrenin Özgürlük Parkı haline gelmiş durumda. Mevsimlerden yazı yaşadığımıza ve hükümetin Topçu Kışlası ısrarı devam ettiğine göre, bu durum aylara yayılacak bir vakaya işaret ediyor.

Anlaşmazlık belli: Gezi Parkı tamamen park olarak mı kalacak yoksa Topçu Kışlası parkın bir kısmını işgal edecek mi? AKP hükümeti ve Büyükşehir Belediyesi AVM ya da rezidans gibi bir yapılaşmanın olmayacağına söz verdi. Topçu Kışlası’nın sanat galerisi olarak hizmet vereceğini söyleyerek, bu noktada buluşalım ve anlaşalım diyorlar. Buna da hayır denilirse, kötü şeyler olabilir demeye getiriyorlar. Aslında oryantalizme meyyal laik sanat çevrelerinin sıcak bakabileceği bir uzlaşma önerisi. Uluslararası kültür sanat turizmine katkı sunacağı da kesin.

Fakat meseleye çevreci duyarlılık açısından bakıldığında, hükümetin ve belediyenin bu uzlaşma önerisi kabul edilemez. İstanbul öyle bir hale geldi ki, insan kalabalığının artmasına paralel olarak yayılan ve yoğunlaşan betonlaşma çıldırtıcı bir sınıra gelip dayandı. Buna karşılık hükümetin şehir politikası, geçmişten devralınan betonlaşma çılgınlığına son vermeyi hedeflemiyor. Betonlaşmayı kaotik olmaktan çıkarıp planlı bir şekilde yayma iddiasını içeriyor – ki bu konuda başarılı olduklarını kabul etmek gerekiyor. Bu sırada meydana gelen rant paylaşımı kavgasında kendilerini dışlanmış hisseden laik kesimlerin duyarlılığı da devreye giriyor ister istemez.

AKP hükümeti, on yıllara yayılan bir suç ortaklığının günümüzdeki icraatçılarından. Kültür varlıkları bile bu işe alet oldu. Mesela AKM yıkılsın yıkılmasın tartışmasında, tartışılan sadece betonlaşmanın alacağı biçimdi. Sıradan herhangi bir insanın gözünde, AKM binası da yeşile saygısız ve çirkin bir betonlaşmanın ürünüdür. AKM binası meydanın incisi, ne kadar da çevreyi güzelleştirip yeşertiyor diyebilecek birisi olabilir mi gerçekten?

İlkesel olarak AKM’ye sahip çıkanlar da bunu biliyor, ama kültür sanat varlıklarını koruma adına çevreci öncülleri devre dışı bırakıyorlar. Gezi Parkı direnişi bu bakımdan da öğretici olabilmeli. Ama öyle olamıyor. Taksim Dayanışma Platformu’nun hükümetten talep ettiği bir şey de şuymuş: “Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmasına ilişkin girişimlerin durdurulması”.

Hem yanlış hem tutarsız: Gezi Parkı direnişinden yola çıkarak AKM binasının mevcut varlığını savunmak absürttür. Anlaşılan o ki, Taksim Dayanışma Platformu’nda çevre duyarlılığı aşınmaya başlamış. Bu sonucun “kendiliğinden” eylemlerin temsil sorunu yaşaması nedeniyle ortaya çıktığına kuşku yok. Madem hükümetle pazarlığa oturacağız, araya bir de bunu sıkıştıralım gibi çevre duyarlılığı ile uzaktan yakından alakası olmayan, hatta zıt bir tavır şekillenmiş. Hazır bir halk hareketi deneyimi yaşanmışken AKM’nin kültürel politik olarak nasıl kullanılması gerektiği de tartışılabilir ama lafı uzatmayıp şunu belirtmekle yetineyim:

AKM’nin kesinlikle yeniden inşa edilmesi, inşa edilirken 1) Beyoğlu’nun geleneksel dokusunun kale alınması,  2) mutlaka yeşille barıştırılması gerekir. Bu sadece kültür sanat adına değil, insanlık adına da yapılması gereken bir şeydir. AKP hükümetinin Türk-İslam sentezi çağdaşlaşma anlayışının karşısına Osmanlı’dan kopuşu hedefleyen Kemalist çağdaşlaşma anlayışını çıkartarak çevreci duyarlılığa değil, duyarsızlığa ve kale almazlığa yatırım yapılmış olur. Üstelik bu işe bir de Gezi Parkı direnişi alet edilmiş olur.

Hükümet sahici çevrecilere değil, yakıp yıkmaya karşıyız diyor. Oysa İstanbul’un yakılmaya değil ama yıkılmaya kesinlikle ihtiyacı var. Taksim’den Mecidiyeköy’e doğru gidelim ve çok geniş bir alanı betona kurban etmiş Cevahir alışveriş merkezine bakalım. İnsanlık adına yıkılması gereken bir AVM değil mi? AVM’lerin içine birkaç sinema ve veya tiyatro salonu, yapay bir havuz kondurunca medeni ve de çevreci mi oluyoruz?

Durum öyle bir hal almıştır ki, hastane binaları bile planlı çevre katliamının unsurları haline gelmiştir. Büyük sermaye guruplarından orta sınıf katmanlarına suç ortaklığının büyüklüğü ve kapsamı düşünüldüğünde, genç kuşakların şiddetle yaşadığı ve bastırmakta zorlandığı eko fobinin yerini eko direnişe bırakması gerçekten de umut verici.

Gerçekçi olacaksak:

Gezi Parkı’nın tamamen yeşilin hüküm sürdüğü bir park haline getirilmesi geri adım atılmaması gereken bir taleptir. Bunu Gezi Parkı direnişçileri zaten biliyor. Yanı sıra, kent dokusunu ve insanı çürüten, AKM dâhil beton uygarlığının aşamalı tasfiyesi ise, kentsel dönüşüme çevre duyarlılığı katma derdi olan herkesin inatla savunması gereken bir çizgidir. Kültür sanat insanlarının çevreci öncülleri içselleştirmeyi deneyerek AKM gibi konularda değişimden yana olmaları, asgari sağduyunun gereğidir. Böylece yıllara yayılan “AKM direnişinin” niçin halk nezdinde infial yaratamadığını anlama ve önemseme şansları da olacaktır.

Bununla birlikte, AKM’nin yeniden inşasını engelleyen hukuki mücadelenin pozitif bir sonuç ürettiğini de kabul etmek gerekir. Böylece, en azından bugünlere gelindiğinde, meseleyi bir de çevreci öncüllere yer vererek ele alma imkânı doğmuştur.

Yorumlar kapatıldı.

tr_TRTurkish