İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Devlet Tiyatroları Kapatılmalı

Milliyet Sanat’ın Ekim 2011 sayısında, Asu Maro’nun Haluk Bilginer’le yaptığı söyleşi tiyatro camiasında çarpıcı bir gündem yaratmayı başarmıştı. Bu gündemin magazin çerçevesinin dışına çıkıp çıkamadığı konusunda yoğun şüphelerim olmadı değil. Fakat derginin Kasım 2011 sayısında yayınlanmak üzere isteyenlere yanıt hakkı verileceğini duyunca, bunu olumlu bir gelişme olarak kabul ettiğimi belirtmeliyim.

Yanıtların bir aylık gecikmeyle verilecek olması bir dezavantaj gibi görünse de, gündemin kapsam ve derinlik kazanması adına önemliydi. Bu anlamda, Haluk Bilginer söyleşisini eleştirenler arasında yer alan Nedim Saban’ın yanıt hakkını kullanmamasını bir eksiklik olarak gördüm, fakat bu sonuçta kişisel bir tercih.

Derginin Kasım 2011 sayısını aldığımda, yanıt hakkını tek kullanan kişinin Devlet Tiyatroları (DT) Sanatçı Temsilcisi Atsız Karaduman olduğunu gördüm. Haluk Bilginer’in DT zaman geçirmeden kapatılmalıçıkışına itirazlarını yapmış.

DT konusuyla ilgili tek kişinin yanıt hakkını kullanması ve buna iki sayfa yer verilmesi, elbette ki bir dosya çalışmasına işaret etmiyor. Bir okur olarak, fırsat bu fırsat, en azından bu konuda çeşitlilik içerecek bir dosya çalışması yapılmasını çok isterdim. Konuyla ilgilenenler için önemli bir belgeleme çalışması yapılmış olurdu. Başka bir vesileyle olur inşallah diyerek, aşağıda Haluk Bilginer’e verilen yanıtı kısaca değerlendirmek istiyorum.

Temel tavır bakımından, Atsız Karaduman’ın söyleminin bir çeşit DT tutuculuğu ve bürokratik dokunulmazlık talebiyle şekillendiği söylenebilir. Örneğin şu söyleniyor:

“Devlet Tiyatroları’nın genel yapısını, yasasını, işleyişini, kurum içindeki yeniden yapılanma tartışmalarını bilmeden; ilgili ilgisiz, bilgili bilgisiz, yetkili yetkisiz birçok insanın kamuoyunda DT ile ilgili beyanat vermesi yanlıştır.”

Bu tutumun ilgi, bilgi ve yetki bakımından tekelci ve seçkinci imalara sahip olduğunu belirlemek zor değil. Doğru tutum anlayışı tersine çevirmek olacaktır: DT’yi finanse eden her vatandaşın, ilgisiz de olsa, bilgisiz de olsa, yetkisiz de olsa, DT’yi sorgulama ve hakkında beyanat verme hakkı vardır. Daha da önemlisi, DT’nin halkı ilgilendirme, bilgilendirme ve yetkilendirme sorumluluğu vardır.

Ana akım medyada sesini duyurabilen bir sanatçı olarak Haluk Bilginer çıkıp DT hakkında bazı eleştiriler yaptığında, Atsız Karaduman’ın temsilcisi olduğu DT sanatçıları adına yanıt verme ihtiyacı duyarak siz ne bilirsiniz demeye getirmesi bile, niçin DT’nin kapatılması gerektiğine yeterince açıklık getirmekte.

DT’nin yerine her ne konulacaksa, öncelikle kendisini finanse eden kamuya karşı asgari sorumluluklarını yerine getirmeli. Örneğin, bilgilendirme sorumluluğu gereği ve “akademik” kurum niteliğiyle (tanım DT Sanat Temsilcisi Atsız Karaduman’a ait), DT tarihi, hukuku, işleyişi vs. ile ilgili akademik çalışmalar ve güncel kaynaklar var da, biz mi ulaşamıyoruz? diye sorma hakkımız vardır.

Söyleşinin bir bölümünden anlıyoruz ki, DT akademik bilgi üretimi ve paylaşımından ziyade, “akademik” seçicilik ve ayrımcılık konusunda başarılı. DT Sanat Temsilcisi Atsız Karaduman’la söyleşen Gönül Koca sormuş:

“DT’nin kuruluş amaçları arasında Türk dilini yerleştirmek, şive birliği sağlamak gibi konular var. Böyle bir amaç çevresinde birleşmek bir sanat kurumu için baskı yaratıyor mu?”

Yanıt:

“Hayır yaratmıyor. Benim için önemli olan insandır. Kürt mü, Türk mü, Laz mı, Çerkez mi olduğuna bakmam ki. Oradaki insan ezilendir. Ben “Romeo Juliet” oynuyorsam, o oyundaki kan davası benim ülkemdekileri çağrıştırdığı için oynuyorum. Ben resmi bir kurumum, resmi dilim Türkçe, ben oyunlarımı Türkçe oynarım. DT akademik bir tiyatrodur. DT Oyuncuları, Türkçe’nin fonetik, diksiyon, vurgu, tonlama vb. eğitimlerini, yine akademik anlamda alır. Bu anlamda -başka dillerde- kimin nerde tiyatro yapacağına ben karar veremem.”

Bu beyanata bakıldığında, “resmi sanatçı” duruşunun gereği yerine getirilmiştir, diyebiliriz. Benzer bir beyanatı geçmişte DT Genel Müdürü Lemi Bilgin de vermişti. Mesela memleketimizin Kürt coğrafyasında, halkın hangi dilleri konuştuğu DT’nin umurunda değildi. O kendisine verilen resmi bir görevi (tek dil, tek şive ve tek millet imalatını) yapmakla yükümlüydü.

Atsız Karaduman’ın söylemindeki gayri bilimsel “akademik” dil tarifi, DT’nin işleyişi bakımından ayrımcılığa olur verilmesi, buna rağmen toplumcu ve insancıl bir tiyatro imajı üretme çabası, neresinden bakılsa bir skandaldır. Fakat Türkiye’de işler böyle yürümüyor. Yürüse, bu memlekette günü birlik ve sürekli kan akarken, toplumsal barış adına sanatçılarımız niçin yeterince etkili olamıyor, ses çıkaramıyor sorusu da sorulmayacak.

Yeri gelmişken, şu “Türkü, Lazı, Çerkezi” nakaratının da ayrımcılık içerdiğini belirteyim. Daha önce başka bir yazımda belirtmiştim. Daha inandırıcı bir nakarat, örneğin “Türkü, Kürdü, Ermenisi…” ya da “Türkü, Lazı, Yahudisi…” şeklinde olabilir. Böylece, demagojik niteliği korunsa da, aynı nakarat içinde dinsel ayrımcılık da ortadan kaldırılabilir. Demagojik olmayan tutum, bu tiyatro kurumunun kültürel çoğulcu bir perspektifi benimsediğini açıklamasıdır; topu taca atması değil.

İlkesel olarak, ülke çapında örgütlü bir tiyatro kurumunun resmen devletin değil, halkın tiyatrosu olması gerekir yaklaşımı esas alındığında, DT’nin niçin kapatılması gerektiği sorusunun yanıtı açık hale gelir. Devlet sosyal olacaksa, finanse ettiği tiyatrolar da sosyal olmak zorunda. Topluma rağmen toplum tarif edilir ve oradan da resmi bir devlet tiyatrosu tarifine ulaşılırsa, sonuç elli yıldır tartışılıp içinden çıkılamayan bir DT muamması olur.

Haluk Bilginer DT’nin yerini ulusal tiyatro almalıdır derken, hiç kuşkusuz Batı’daki deneyimlerden yararlanma önerisi geliştiriyor. Atsız Karaduman haklı: Mesele oyuncular sözleşmeli olsun mu, olursa nasıl olur gibi bir şeye indirgenmemeli. Fakat bu indirgeme bizzat kendisi tarafından yapılıyor ve DT nasıl bir değişime tabi tutulmalı sorusu geçiştiriliyor.

Hükümetin DT’ye dönük olarak yarattığı tasfiyeci baskı ve huzursuzluğun hayra alamet olmadığını anlamak zor değil. Bu tip durumlarda, DT’nin söylemlerinin kelimenin gerçek anlamında sosyal devlet ilkesiyle uyum içinde olup olmadığı önemlidir. Bu anlamda, Atsız Karaduman’ın DT sanatçılarını temsilen kurduğu söylem umut vermiyor. Sadece seçkinci devlet anlayışının hükümetle uyumsuz bir kanadını temsil edebiliyor.

DT sanatçıları ne zaman ki DT kapatılamaz tavrını bırakıp, DT’nin yerine ne konulmalı sorusunu ciddiye almaya başlarlar, işte o zaman yaşanması gereken değişimin öznesi haline gelebilirler. Aksi takdirde, devlet otoritesi ağzıyla, siz ne bilirsiniz tavrıyla şu kadar günü daha kurtarmış olurlar. Nereye ve ne zamana kadar?

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish