İki gün önce, çeşitli haber kaynaklarına göre 50 veya 60 kişinin gözaltına alındığı Ergenekon operasyonu ile ilgili ilk çarpıcı, ama büyük belirsizlik içeren duyumlar medyaya yansımaya başladığında, şaşırmamak elde değildi. Söz konusu olan geniş çaplı bir operasyondu, üstelik süper dokunulmaz emekli general ve istihbaratçı Veli Küçük’ün de gözaltına alındığı iddia ediliyordu. Daha sonra, ortaya atılan gözaltı sayılarının abartılı olduğu ortaya çıkmakla birlikte, Veli Küçük dahil birilerine ciddi ciddi dokunulduğu görülüyordu.
1996 Susurluk skandalından antrenmanlı olduğumuz için, doğrudan devlet destekli terör örgütlerinin tasfiyesinin göstermelik olacağı yönündeki yargı neredeyse ve haklı olarak bir önyargıya dönüştü. Ergenekon operasyonunun da sonucunun Susurluk soruşturmasından çok farklı olmayacağı söylenebilir. Ciddi bir tasfiye operasyonundan ziyade, sınırları zorlayan ve giderek hükümet etme talebinde bulunan faşist güç odaklarına gözdağı verildiği hissiyatına kapılmamak elde değil.
Ana akım medyanın Hrant Dink davasının adaletsiz gidişatına dönük eleştiri kampanyasına katılması bu operasyonun ipuçlarını veriyordu. Sonunda yargılama sürecinde yapılamayanı emniyet kuvvetleri yaptı ve Hrant Dink cinayetinin arkasında çok daha kapsamlı bir terör örgütünün bulunduğunu gösterdi. Operasyon tam da Hrant Dink’in ölüm yıl dönümüne denk getirilerek, uluslararası kamuoyuna bu cinayetin üzerine gidildiği mesajı verildi.
Ergenekon operasyonu, genel seçim öncesi milli seferberlik gündeminin tasfiye edildiğini gösteriyor. Gazeteci Fikret Bila’nın emekli Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’le yaptığı ve geçen Ekim ayında Milliyet gazetesinde yayımlanan röportajda, TSK’nın da izleyeceği “ılımlı” siyasetin ipuçlarını veriyordu. Oysa Yaşar Büyükanıt görevi ondan devralırken, Hilmi Özkök Paşa’nın “ılımlı” tavrı sert bir şekilde eleştirilmişti. Öyle ki, hakem eskisi ve medyatik futbol yorumcusu Erman Toroğlu dahi “kodu mu oturtan Paşa”, yani Şemdinli’deki kontra skandalının baş kahramanı Yaşar Büyükanıt’ın genelkurmay başkanlığına engel çıkartılmaması talebiyle ortaya çıkmıştı.
Aslında kısır bir döngüyü yaşıyoruz. On yıl önce, Akın Birdal’ın suikaste uğraması ve ölümden dönmesi sonrasında yaşananlarla bugün yaşananlar arasındaki benzerlik çok fazla. O zaman da suikastçilerin elinde bir ölüm listesi vardı ve dönemin İHD yöneticileri ile HADEP hedef alınıyordu. Bugüne gelindiğinde, Ergenekon tarafından HADEP’in devamı niteliğindeki DTP’nin ve Orhan Pamuk gibi kırmızı çizgileri ihlal eden aydınların hedef alındığı açıklanıyor. Mucizevi bir şekilde ölümden dönen Akın Birdal’dan farklı olarak, göz göre göre ve jandarmasından polisine devlet kurumlarının bilgisi dahilinde vurulan Hrant Dink’i kaybettik. Bir kez daha birçok aydın ve politikacı ölümden döndü.
Ergenekon devletten bağımsız olarak terör faaliyeti göstermedi. Bu faaliyeti üstlenen örgütlerin isimleri ve kadroları değişebilir, ama asla yok olmazlar; çünkü çıkış ve beslenme kaynakları devletten başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, faşizm her devlet yapısının temel bir karakteristiğidir. On yıldan uzun bir süre önce Susurluk, bugün Ergenekon operasyonunda görüldüğü gibi, faşizmin tasfiyesine değil, faşizmin ne kadar aktif hale getirileceğine karar verilmektedir. Gerçekte merkezi devlet otoritesinin yönlendirmesiyle ve kontrolünde örgütlenen terör örgütleri, biraz da doğaları gereği bağımsız bir gündem izleyip devlet iktidarını ele geçirmeyi amaçladıklarında, yeniden kontrol altına alınmaları ya da kısmen tasfiye edilmeleri gerekiyor.
Bu konuda TC devleti oldukça zengin bir tarihsel deneyime sahiptir. Kurtuluş Savaşı bile, Topal Osman’ın soykırımdan siyasi cinayetlere uzanan terör eylemlerine sahne olmuş, sonunda rahatça sırtını dayadığını düşündüğü Atatürk tarafından tasfiye edilmişti. 1990’larda, Kürtleri bastırmak üzere yürütülen savaşta, Veli Küçük’ün Sedat Peker’in devlet destekli mafya örgütü ile birlikte önemli roller üstlendiğini bilmeyen yok. Karadeniz’de JİTEM’in kontrolünde milislerin örgütlenmesinden Veli Küçük sorumluydu. Hrant Dink cinayeti nedeniyle dikkatlerin yoğunlaştığı Trabzon’da olup bitenler, Veli Küçük’ün yönettiği yasadışı örgütlenmeden bağımsız görünmüyor. Kürdün Laza kırdırılması ve her iki topluluğun yaşadığı bölgelerde sosyal kirlenmenin üst seviyelere taşınması, Türkiye’de asırlık bir geleneğe sahip ırkçı etnik siyasetin bir sonucudur.
Ergenekon operasyonu kısmen bu ilişkilerin ortaya dökülmesini sağlayabilir. Fakat, hadlerini bilmeyip kendi gündemini izlemekte ve hükümet etmekte direnenlere karşı devlet içi bir ince ayar olmanın ötesinde derinlik kazanması pek ihtimal dahilinde görünmüyor. Bunu demokrasi adına bir kazanım olarak kabul etmenin imkanı var mı?
İlk yorum yapan siz olun