İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Genel Seçimlere Doğru – Kültürel Çoğulcu Bir Perspektif

Küresel iklim değişikliğinin Türkiye üzerindeki etkileri ve çevre kirliliği nedeniyle artık çekilmez hale gelen Yaz sıcağında, “öne alınmış”, “erken” ya da “baskın” sıfatlarıyla anılan bir genel seçim ortamını yaşıyoruz. Kitlelerin seferber olması ve seçim meydanlarında seslerini yükseltmeleri bakımından, belirgin bir rehavetin yaşandığı genel bir kabulün konusu. Elbette bu tek başına yaz sıcaklığı faktörü ile açıklanabilecek bir durum değil. En fazla, Yaz sıcaklarının yarattığı rehavetin, 2000’li yıllara damgasını vuran ve hâlâ peşimizi bırakmayan demokratik rehavetle buluşma yaşadığını söyleyebiliriz.

Bununla birlikte, bağımsız adayların açıklanmasıyla, demokratik rehavetin belli bir sarsıntı geçirdiğini iddia etmek mümkün. Oy kullanacaklar açısından, AKP ile CHP-MHP arasında kalmışlık hali, bağımsız adayların ortaya çıkmasıyla alternatif üretilebileceğini gösterdi. Yıllar sonra, Türkiye parlamentosu yeniden çarpıcı bir değişime aday; çünkü, esas olarak Kürt halk dinamiğine dayanan bağımsız milletvekili adaylarının DTP adına parlamentoda gurup kurabileceğine neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. 2002 genel seçiminde hemen herkesin farkında olduğu hataya düşülmeyip, yüzde on barajının bağımsız adaylar yoluyla işlevsiz hale getirilmesi, fiilen parlamentonun kültürel çoğulcu bir içerik kazanmasını sağlayacak.

Elbette bu, parlamenter temsil adına oldukça eksikli bir kültürel çoğulcululuğa işaret edecek. Örneğin, azala azala sayıları 1.000’e düşmüş ve Patrikhane’nin etrafında nöbet tutmaya mahkum edilmiş Rum vatandaşların hakları nasıl savunulacak belli değil. Aynı şey “gayrimüslim” denilen ve sayıları zaman içinde yüz binlerden milyonlara yükselmesi gerekirken on binlere düşmüş tüm TC vatandaşları için geçerli. Nüfus avantajları sayesinde parlamenter sistemi içerden zorlama imkanına sahip Kürtler arasında dahi, ulusalcı bir homojenlik yaratma eğilimi güçlü seyrediyor: Örneğin, dinsel açıdan Ezidiler’in lafı bile edilmiyor ya da dil hakları açısından Kürtler’in konuştuğu Kurmanci ve Kırmançki dilleri arasındaki ayrım hâlâ gözlerden uzak tutuluyor. Kısacası, yüksek siyaset düzeyinde, oldukça dar ve somut toplumsal çeşitliliğin birçok bakımdan göz ardı edildiği “kültürel çoğulcu” yaklaşımlardan söz edebiliyoruz.

Seçim sürecinde, geniş halk kitlelerinin kültürel çeşitliliğini yansıtma adına adımların atılmamış olması, esas olarak DTP’nin silahlı çatışmanın ve Güney Kürdistan’la savaşa girme iddiasını içerecek şekilde düzenlenen askeri seferberliğin yoğunlaştığı bölgede iş görmesinden kaynaklanıyor. Düzenli olarak polisiye ve hukuki yaptırımlarla karşı karşıya kalan DTP kadrolarından, silahlı çatışma ve askeri seferberlik ortamına rağmen demokratik ve halkın katılımını çoğaltacak bir seçim kampanyası yürütmesini beklemek pek gerçekçi olmaz. Daha da önemlisi, 2000’li yıllarda ortaya atılan “Türkiyelileşme” iddiasına rağmen, DTP’nin giderek daha fazla etnik ve bölge merkezli bir parti haline geldiği görülmektedir. Öyle ki, kültürel çoğulcu olmak bir yana, kültürel çoğulculuğa açık kapı bırakan bir parti olup olmadığı dahi kuşkulu hale gelmiştir. Bu, 2005 itibariyle Genelkurmay’ın Newroz bildirisinde açıkladığı inkarcı ve bastırmacı devlet politikalarıyla ve Güney Kürdistan’da inşa edilen ABD destekli federe Kürt devletinin tüm Kürdistan için bir cazibe merkezi haline gelmesiyle bağlantılı bir süreçtir. Nereden bakılırsa bakılsın, Kürt halkı arasında kültürel çoğulcu perspektif inandırıcılığını yitirerek ciddi bir aşınma sürecine girmiş ve DTP de bu gelişmeden nasibini almıştır.

Resmi egemen söylem karşısında “ezberi bozmak” üzere İstanbul 2. bölgeden milletvekili aday olan ve blok Kürt oylarını aldığı takdirde seçilmesine neredeyse kesin gözüyle bakılan Baskın Oran, yüksek siyaset düzeyinde inisiyatif alma ve bağımsız bir aydın duruşu sergileme adına belki de tarihsel bir çıkış yapmış durumda. Fakat bu çıkış, DTP’nin İstanbul 2. bölgede Baskın Oran’ın karşısına alternatif aday çıkarması nedeniyle önemli ölçüde gölgelenmiş görünüyor. Bu gelişmenin yaşanmasında, Baskın Oran’ın PKK ve Abdullah Öcalan ile ilgili DTP tabanında olumsuz karşılanan çeşitli tespit ve değerlendirmelerinin belirleyici rol oynadığı iddia edilebilir. Fakat, Baskın Oran’ın adaylığını değerli kılan, milletvekili olmak için “mecburi” ve riyakarlığa da varabilecek siyasal manevralara itibar etmemesi ve bugüne kadar, görüşü ne ise açıkça ortaya koymasıdır. PKK ve Abdullah Öcalan ile ilgili olumsuz karşılanan görüşleri, Kürt halkının hak ve özgürlüklerini tanımama gibi bir duruşu içermediği gibi, Türk aydın kesimi ile açıklık ve dürüstlük içeren tartışmalı bir ilişkinin kurulması için de önemli bir fırsat yaratmaktadır. Gizli ya da açık, son yıllarda Türk aydınları arasında yaygınlık kazanan “PKK’siz ve Öcalan’sız çözüm” anlayışının halkın katılımını içerecek şekilde tartışılması yerine, siyasal rantın kirlettiği kaba “evet” ya da “hayır”lara indirgenmesi, bu fırsatın kaçtığını göstermektedir.

DTP’nin niçin İstanbul gibi milyonlarca Kürdün yaşadığı bir kentte iddiasını yitirmeye başladığı, aday ve kitle temeli çeşitliliğini zorlama konusunda atıl kaldığı (2002 genel seçimlerine göre gerilediği), sol ile ilişkilerinde manipülatif karakteri sırıtan, siyaseten yüksek manevralara yöneldiği vs. şeklinde sorular sorulabilir. Baskın Oran’ın adaylığı etrafında dönen tartışmalar bu sorulara verilecek yanıtlarla doğrudan bağlantılıdır. DTP, sözcülerinin tersi yöndeki iddialarına rağmen, etnik ve bölgesel bir parti olma yolunda ilerliyor. İstanbul gibi kentlerde etnik olarak çeşitlenebilmiş ve kültürel çoğulcu bir parti işleyişinin örneklerini verebilmiş değil. Başka bir deyişle, kültürel çoğulcu bir Türkiye hedefi Kürt yüksek siyasetinin belirleyici bir hattını oluşturamıyor. Bir bakıma, Genelkurmay’ın 2005 Newrozu’ndan itibaren canlandırdığı Kürt/Türk ayrımını zorlama ve kültürel çoğulculuğa açık çevreleri bastırma siyaseti kazanıyor. Bu siyaset, aynı zamanda, Ortadoğu ve özelde Kürdistan’ı paylaşma savaşlarına denk düşüyor. Son yıllarda bölge Kürtleri arasında yükselişe geçen ayrılıkçı eğilim ve Kürt gerilla güçlerinin Türkiye ve Güney Kürdistan arasında çatışmalı bir tampon bölge yaratması hiçbir şekilde rastlantı değildir. Böylesi bir ortamda, kültürel çoğulcu bir Türkiye tasarımını Kürt yüksek siyasetinin gündemine sokmak neredeyse olanaksızdır.

Bunlar olup biterken Kürtler adına işin tuhaf görünen yanı şudur: özellikle Türkiye’nin Batısı’nda yaşayan ve etnik kimliğinde ısrar eden milyonlarca Kürt, hem bir uluslar çatışmasına sürüklenmenin önündeki başlıca engeli, hem de kültürel çoğulcu bir Türkiye tasarımını talep eden en güçlü kitle tabanını oluşturmaktadır. Öte yandan, sağlı sollu asimilasyoncu baskı altında boğulmak istenen ve pasifize edilen bu kitleye dönük üretilen alternatif politikaların etnik ve bölgeci karakteri, bir yabancılaşmaya yol açıyor ve dönüp, yangına mahkum edilen bölge Kürtlerini de vuruyor. Mevcut duruma bakarak, “Türkiyelileşme” ya da daha somut bir adlandırma ile “kültürel çoğulcu bir Türkiye” tasarımının kısa vadede güç kazanacağı ümidine kapılmanın pek bir anlamı yoktur. 2000’lerin başında İmralı’dan yükselen ve kültürel çoğulcu perspektife güç kazandıran ses, alabildiğine kısılmış, etkisiz hale getirilmiş ve neredeyse tamamen reel politik zemine çekilmiştir.

Genel seçimlerden sonra parlamentoya girecek DTP milletvekilleri, hiç kuşkusuz Türkiye’deki yüksek kurumsal siyasetin yeni ve etkili bir dinamiğini oluşturacaklar. Bu dinamik hangi sesi yükseltmek için çaba gösterecek? Bir tahminde bulunmak kolay değil; kötümser olmak için de, iyimser olmak için de pek çok neden sıralanabilir. Biz aşağıda akıl yürütenler, etnik ve bölgeci bir daralma yaşayan Kürt siyasetinin kültürel çoğulcu bir Türkiye tasarımına uygun bir dönüşüm geçirmesi ve toplumsallaşması gerektiğinin bilincindeyiz. Aksi takdirde, etnik ve kırılgan bir dehşet dengesinin muhafaza edildiği ve bölgeyi içine alacak şekilde süre giden paylaşım savaşlarının olağanlaştığı bir dönemi yaşamak zorunda kalacağız.

tr_TRTurkish