İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hakikat ve Adalet Komisyonu Üzerine

Abdullah Öcalan’ın yayımlanan görüşme notlarında, zaman zaman bir hakikat ve adalet komisyonu kurulması fikri işleniyor. Aslında bu yeni ortaya atılmış bir düşünce değil. Türkiye’ye özgü bir hakikat ve adalet komisyonu fikri Kürt hareketinin yılan hikâyelerinden birisi haline gelirken, solun zaten umurunda değildi. Liberal aydın çevrelerde belli bir ilgi gelişebilir gibi görünüyordu, ama onlar da bu konuda net ve pozitif önermelere sahip bir tavır içinde olmadı.

TC devleti, Kürtlere dönük bazı hataları olmuşsa bile, bunu acımasız ve eli kanlı bir terör örgütüne karşı mücadele sırasında yaptığını savunmaktadır. Son olarak Ergenekon davasında görülebileceği gibi, hata yapan ya da yetkilerini kötüye kullanan görevlilerini yargılayabildiğini iddia etmektedir. Dolayısıyla Kürt isyanı ve Kürtlerle yürütülen savaş sırasında meydana gelen insanlık suçlarını kapsamlı bir şekilde ele alacak bir hakikat ve adalet komisyonuna ihtiyaç olmadığı iddia edilecektir. PKK zaten bir terör örgütüdür ve insanlık adına en fazla yapıp yapabileceği kendisini imha etmekten ibarettir. Bu mantıkla, bir hakikat ve adalet komisyonunun PKK’yi muhatap alması anlamsız olacaktır.

Abdullah Öcalan niçin Ergenekon davasında dinlenmediğini sormakta ve davaya müdahil olma isteğini dile getirmektedir. Fakat Ergenekon savcıları bu talebe kulaklarını tıkamayı sürdürmektedir. Bundan çıkan sonuç, PKK ve Öcalan’ın şöyle ya da böyle siyasi irade olarak tescil edilmesini sağlayacak hukuki bir sürece girilmesinin kabul edilmeyeceğidir. Yani bir kez daha “PKK’siz ve Öcalan’sız çözüm” siyasetinden vazgeçilmediği hukuki düzeyde de gösterilmektedir.

Sadece Öcalan’ın istemesiyle bir adalet ve hakikat komisyonunun kurulamayacağı açıktır. Örneğin bu konuda DTP’nin bir politikası yoktur. Hatta çözüm adına beyaz sayfa açmak gibi söylemler dahi geliştirilebilmektedir. Zaten bu konuda ciddi bir duruşu olsa, parti içinde bir hukuk komisyonu kurup olası bir hakikat ve adalet komisyonu için yol gösterici çalışmaları çoktan başlatmış olması gerekirdi.

Bu işi DTP yapmadığına göre örneğin entelektüel çevreler inisiyatif alabilir mi? Kabul etmek gerekir ki, genelde Kürt entelektüel camiasının böyle bir gündemi yoktur. PKK’nin çok ciddi insanlık suçları işlediğini iddia edenler dahi, meseleyi devletlere ve onların hukuk mekanizmalarına havale etmektedir. Tabii bir de dil problemi vardır; nasıl ki resmi devlet söylemi PKK’yi kategorik olarak terör örgütü olarak kabul ediyorsa, benzer bir yaklaşımı bu çevreler de geliştirmekte, örneğin PKK’nin Ergekon Terör Örgütü’nün bir uzantısı ya da kolu olduğunu iddia edebilmektedir.

Pekiyi Türk aydın çevreleri inisiyatif alabilir mi? Bunun çok zor olduğuna dair ibretlik bir örnek HPG tarafından tehdit edildiği öne sürülen Beşikçi ile “dayanışma” kampanyasıdır. Hiçbir kanıta dayanmaksızın tehdit icat eden kampanya sözcüleri aydın vicdanını temsil etme iddiasındadır. Fakat şunu göstermişlerdir: Hakikat ve adalet komisyonu gibi bir girişimin kurucu öznesi olmak bir yana, destekçisi olma kabiliyetine dahi sahip değildirler. Hangi vakayı nasıl değerlendirecekleri tamamen kuşkuludur.

Hakikat ve Adalet komisyonu konseptinin içini boşaltan, gerçekte bu tip bir girişime araçsal ve propaganda motifi düzeyinde yaklaşmaktan kaynaklanmaktadır. Örneğin Öcalan ve PKK’yi siyasi irade olarak kabul eden basın yayın organları, hakikatten devletin yapıp ettiklerini anlamaktadır. Oysa hakikatten anlaşılması gereken, savaş kaynaklı insan hakları ihlallerinin PKK’yi de kapsayacak şekilde değerlendirilmesidir. Devletin insan hakları ihlallerinde rekorlar kırması, PKK’nin sorgulanmayacağı anlamına gelmez.

Türkiye’de bir hakikat ve adalet komisyonu girişiminin, devletin zaten PKK ile anlaşmaya hazırlandığı bir sürecin konusu olamayacağı belli olmuştur. Girişimi gözden düşüren başlıca faktör budur. Bir anlaşma olmayacaksa niçin böyle bir girişimle vakit kaybedilsin ki?

Fakat mesele bu kadar basit değildir. Devlet üzerinde PKK’den ayrıştırılamayacak Kürt sorununa çözüm için ciddi bir baskı vardır. Çözüme gitmek adına, örneğin PKK ile DTP’yi ayrıştımak gibi saçma senaryolar üzerinde durulmaktadır. Süreçte PKK’ye biraz daha tavizkâr davranılması adına önerilen ise, PKK’nin lider kadrosunun yasal bir sürgün hayatı sürmesi, örneğin Avrupa’da bir yerlerde hayatlarını idame ettirmeleri, yani Kürtler adına yasal siyasi arenada boy göstermelerinin engellenmesidir. Elbette, meclisteki bir Öcalan’ın tüm karizmasını yitireceği ve iş her yönüyle toplum yönetimine geldiğinde PKK’nin lider kadrosunun paralize olacağı, dolayısıyla yasal siyasete girmelerinin de önünün açılmasında mahzur olmadığını dillendirenler vardır. Fakat, mesele nasıl konulursa konulsun, PKK’nin normal koşullarda siyasi irade gösteremeyeceği ya da göstermemesi gerektiği varsayımının devrede olduğuna dikkat etmek gerekir. Tartışma reel politik ve önyargılı bir çerçeveye sıkışıp kalmaktadır.

Türkiye koşullarında bir hakikat ve adalet komisyonu girişimi, Türk toplumu üzerinde oldukça etkili  terör retoriğinin ortadan kaldırılması ve savaş gerçekliğinin adil bir şekilde masaya yatırılması için gereklidir. Bu netleşmeyi yaşamayan Kürt hareketi, yeniden PKK’siz çözüm senaryoları ile karşı karşıya kalacaktır. Bu senaryonun tutma olasılığı yok diyenler yanılıyorlar. AKP Kürdistan’ı yönetmeye ve kendi Kürt seksiyonunu oluşturmaya aday olduğu aşamada, Ergenekon örgütü kendine göre bir oyun oynadı ve Kürt isyan pratiğini (savaşı) şiddetlendirerek aynı zamanda AKP hükümetini devirmeyi planladı. DTP’nin Kürdistan’da yeniden oylarını arttırma şansını yakalaması bu sayede gerçekleşti. Aksi takdirde AKP’nin yükselişinin önüne geçilemeyeceği açıktı. 2004 yerel seçimleri ve 2007 genel seçiminin sonuçları bu tezi destekler niteliktedir.

2009 yerel seçimleri Kürdistan’da DTP’nin kısmen toparlandığı, Kürtler nezdinde güven kaybına uğramış AKP’nin ise yaralarını sarmaya çalıştığı bir çekişmeye sahne olmaktadır. Şahsen ben, taraflardan birinin diğerine ezici üstünlük sağlayabileceğine inanmıyorum. Fakat sonraki süreçte, Kürt hareketi savaşsız siyasete mahkûm olursa, AKP’nin yükselişi yeniden ivme kazanabilir düşüncesindeyim. İşte o zaman, bir hakikat ve adalet komisyonu girişimini önemsizleştirmenin bedelinin siyaseten de ödeneceği görülecektir.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish