Efendim mesele şu: Boğaziçi Üniversitesi Newroz haftasında “Bahoz” filminin gösterimi tartışma konusu olmuş. Acaba bu film Kürt hareketini ne kadar doğru yansıtabiliyor? Hakkı verilirse güzel bir tartışma. Üniversiteli öğrencilere de yakışır.
Fakat geliniz görünüz ki iş bununla bitmemiş: Gösterilirdi, gösterilmezdi tartışması başlamış. Sonra iş tatlıya bağlanmış. Nasıl mı bağlanmış? Gösterim daha ileri bir tarihe ertelenmiş. Zaten yönetmenle bir söyleşi planlanıyormuş, ama yönetmen o hafta gelemiyormuş falan filan…
Şimdi bu olay nedir? Ben hemen söyleyeyim: Bu sansürdür. Ama aynı zamanda sansürle karışık bir oto sansürdür. Böylece Boğaziçi bölgesindeki Newroz etkinlikleri üzerine sansür gölgesi düşmesi gibi bir olay meydana gelmiştir.
Demokrasi, ifade özgürlüğü ve kültür-sanat bağlamında oldukça vahim bir gelişme.
Sansür baskısı dışardan, diyelim ki okul yönetiminden, şuradan, buradan gelmiş olsa mesele o kadar da çarpıcı bir hal almaz. Oto sansür de devreye girebilir. Dersiniz ki şu kadar kazanım da önemli ve bu işler zaman alacak. Bu ilkesel değil, taktik bir tartışma olmanın ötesine geçmez; kim haklı kim haksız zamanla ortaya çıkar. Fakat bu vakada sansürü talep eden otorite içerden…
Kolun kırılıp yen içinde kalması gereken olay şuymuş: Yurtsever gençlik çevreleri bu filmi benimsemiyorlarmış. Olabilir; benimsemedikleri filmi sahiplenmezler olur biter. Kim gösterilmesinde fayda var diyorsa, o gösterir. Ortada Kürt hareketinin aşağılandığı, kötü gösterildiği bir karşı propaganda filmi mi var? Ortalık “Muro”lardan “Güneşi Gördüm”lerden geçilmez ve sinema salonları art arda bu filmlere tahsis edilirken “Bahoz”a kafayı takmak niye? Bin bir güçlükle bu trendin karşısında durduğu, alternatif ürettiği için mi?
En önemlisi: Bu durumda insanlara demokrasiye, ifade özgürlüğüne, kültür sanat faaliyetlerinin özerkliğine saygılı olduğunuzu nasıl anlatacaksınız?
Anlatamazsınız.
Bir karşılaştırma yapmak açısından, yakın zaman önce İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yaşanan “Yedi Tepeli Aşk” Skandalı’na değinmekte fayda var.
Bu oyun, Aleviler’e dönük “incitici ve faşizan” unsurlar içerdiği suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Eleştiriyi yapan Kenan Işık, tesadüf o ki İstanbul Şehir Tiyatroları ile AKP’li belediye arasında önemli bir köprü vazifesi görmekteydi. Oyunun “faşizan ve incitici” olmakla uzaktan yakından alakası tabii ki yoktu. Tıpkı “Bahoz”un Kürt hareketini lekeleme ve incitme derdi olmadığı gibi. Ama bir hassasiyet vardı ve ciddiye alınması gerekiyordu. Biri Alevileri diğeri Kürt hareketini rencide ediyordu.
Devam edelim:
İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği “Yedi Tepeli Aşk”ın yarattığı hassasiyet karşısında, evet böyle tepkiler varsa biz de oyunu gösterimden kaldırırız (daha doğrusu bir erteleme yaparız, hele şu seçimler bir bitsin) kararı aldı. “Bahoz” hakkında da hele şu Newroz haftası bir atlatılsın; o zaman bir çaresi bulunur, gösterilir elbet denildi.
Bu kadar benzerlik ancak kurgulanabilir. Ama ne yazık ki durum gerçekten de bu…
Her şeye rağmen benzerlik açısından bir sapmadan söz etmek mümkün: “Yedi Tepeli Aşk” gösterimden kaldırıldığında (“ertelendiğinde”) az biraz da olsa ortalık ayağa kalktı, “N’oluyor?” diye… “Bahoz” ise sessiz sedasız Newroz haftası dışına sepetlendi. Bir rivayete göre Newroz’dan sonra gösterimine izin çıkacakmış. Hassasiyetlere hassas olmanın kazanımı buymuş.
Benim önerim “Bahoz”un “Yedi Tepeli Aşk”la aynı tarihte gösterime girmesi. Bu tarihi “Hassasiyet Günü” olarak ilan eder, Türkün de Kürdün de aydınlanmasını kader ve de el birliğiyle nasıl kotardığını cümle âleme göstermiş oluruz.
İlk yorum yapan siz olun