İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kürt “Aydın” Lümpenliğinin Bir Görünümü

Kültürel Çoğulcu Gündem sitesini yöneten arkadaşlar, Muhsin Kızılkaya tarafından gönderilen ve yapılan bir telefon görüşmesiyle kendisinin de teyit ettiğini söyledikleri bir notun şahsıma hakaret içerdiğini bildirdiler. Hakarete gerekçe oluşturan yazı 31 Ekim 2007 tarihli ve “Kürt aydınlanmasını karartanlar bir bir teşhir oluyor” başlığını taşıyor. Muhsin Kızılkaya adının geçtiği bölüm şu:

“AKP’nin Kürtlere tahsis ettiği sığınma evini mesken tutan Mehmet Metiner gibi aydınlar, yana yakıla ‘PKK düşman, Barzani dost’ önermesi üzerinden milli histeriyi yatıştırmaya çalışıyorlar. Ana akım medyanın televizyon kanallarında MHP ve CHP’lilerden azar üzerine azar işitirken, ‘Yahu PKK’ye terörist demek yetmiyor muydu?’ şaşkınlığıyla kalakalıyorlar. ‘Apo nasıl oldu da İmralı’dan PKK’ye savaş emri verebildi?’ ya da ‘Apo telefonla örgüte talimat vermiş’ türünden Kürt siyasi magazin konularını medyanın gündemine taşıma misyonu üstlenen Ümit Fırat gibi aydınlar, PKK’siz çözüm senaryolarının yerini topyekun Kürtsüz çözüm senaryoları almaya başladığında, işsiz kalma tehlikesi yaşıyorlar. Muhsin Kızılkaya gibi İstanbul Kürt entelijansıyasının fırıldakları, Türk ordusunun operasyonlarının hak ve helal olduğunu ilan ederek, “PKK’ye dokun, ama bize dokunma” diyorlar; ama bugünlerde ‘Barzani in, Apo out’ koruma duvarını takan yok. Hızlarını alamayıp Genelkurmay destekli Terörle Mücadele Kahramanlarına Destek Kampanyası’na sponsorluk yapanlar da var. Yılmaz Erdoğan, aniden barış güvercini kıyafetinden soyunarak şahinleşiyor ve servetinin 100 bin yeni Tük liralık ufak bir parçasını öldürmeye ve ölmeye tahsis ediyor.”

Anlaşılan kendisi hakkında “fırıldak” kelimesini kullanmama çok içerlemiş ve cevaben gönderdiği notta, Kültürel Çoğulcu Gündem sitesinin yöneticilerine bir talimat verme gereği duymuş: “Yazarınız ömer faruk’a deyin ki, Muhsin Kızılkaya diyor ‘Fırıldak senin babandır!’”

On beş yıl önce hakkın rahmetine kavuşmuş babamla Muhsin Kızılkaya’nın bir alıp vereceği olduğunu hiç sanmıyorum. Söz konusu olan, entelektüel yetmezlik ve seviyesizlikle harmanlanmış feodal lümpenliğin bir dışavurumu. Bu olay bana Kürdistan-Post editörü ve yazarı Hasan Bildirici’nin iki gün önce aktardığı başka bir olayı hatırlattı. Hasan Bildirici’nin “AKP’li Kürtler” başlıklı yazısında aktardığı olay şu: Kürdistan-Post’a yazı yazan Azad Aydın Mehmet Metiner’e bir mesaj yazmış ve karşılığında şu cevabı almış:

“Senin tipine tüküreyim. sizin gibi alçak, şerefsiz, beyni bozuk bir Kürt olmaktansa…. böyle olurum. türkiye de demokrasi var. akp kürtlerin haklarını verdi. pkk bizi tehdit ediyor..

yüreğiniz yetiyorsa hangi düşüncelerime niye karşı çıktığınızı yazarsınız tartışırsınız.

yazılarınız nasıl bir Kürtler olduğunuzu gösteriyor…”

Mehmet Metiner’in entelektüel yetmezlik ve seviyesizlik konusunda Muhsin Kızılkaya ile yarışabileceği söylenebilir belki; ama terbiye bakımından aynı şeyin söylenmesi çok güç. Mehmet Metiner hiç olmazsa doğrudan karşısındakini muhatap alan bir terbiyesizlik yapmış. Ayrıca, yazarın yazılarının yayımlandığı site yöneticilerine talimat vermek gibi bir ihtirasa da kapılmamış görünüyor.

Meselenin özüne inecek olursak, devletin ve kışkırttığı faşizan ırkçı kitlelerin etnik çatışma tehdidiyle Kürtlere ve PKK’nin siyasi varlığına karşı seferber olduğu sıcak günlerde, Kürt entelijansıyasının işbirlikçi ve fırsatçı üyeleri çeşitli biçimlerde devlete ve hükümete yaranma isteğini gösteren geniş bir tavırlar yelpazesi örgütlemişti. Bunların arasında, Muhsin Kızılkaya’nın adına güzelleme yazdığı Yılmaz Erdoğan ve ailesinden bazı üyeler, işi militarizmin sponsorluğuna ve propagandasına kadar götürmüştü. Adalet ve vicdan duygusundan nasibini almayan Kürt “aydın” tavrını teşhir etmek, biraz olsun entelektüel ahlak kaygısı gözetiliyorsa, bir mecburiyettir görüşündeyim. “Kürt aydınlanmasını karartanlar bir bir teşhir oluyor” başlıklı yazıyı bu itkiyle yazdığımı söyleyebilirim.

Muhsin Kızılkaya ile samimiyet derecesinde bir kişisel münasebetim hiç olmadı. Yıllar önce, Şerif Gören’e rahmetli Mehmet Uzun’un “Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık” romanını filme çekmesinin teklif edildiği bir yemekli toplantıda yan yana geldiğimizi hatırlıyorum. Benim toplantıya katılmama vesile olan, Mehmet Uzun’la gelişen dostluğumuz ve Kürt-Kav’da bir dönem birlikte çalıştığım Faruk Parlak’ın Kürtçe yazma inadındaki Mehmet Uzun’a çok değer vermesiydi. Genelde, gülünç ama aynı ölçüde iç karartıcı bulduğum bu tip meclislere, benim entelektüel tavrımı bohem bulan ve sosyal uyum pratiğimi geliştirmemi talep eden Faruk Parlak’ın teşvikiyle katılmışımdır.

Romanı Türkçeye çeviren Muhsin Kızılkaya hem kitabın çevirmeniydi hem de Şerif Gören’i ikna heyetinde yer alıyordu. Muhsin Kızılkaya’ya göre, Şerif Gören Kürt gözüne sahip bir yönetmendi ve muhtemelen bunun nedeni Yılmaz Güney’in öğrencisi olmasıydı. Fakat toplantı tam bir skandala dönüştü. Şerif Gören toplantıya kör kütük sarhoş katılmış, Mehmet Uzun’un romanı nasıl sinemaya uygun bir dille yazdığını söyleyen Ömer Laçiner başta olmak üzere, ikna heyetiyle dalga geçip durmuştu. Bazen de, Yılmaz Güney’in “Yol” filmi sayesinde Cannes film festivalinde kazandığı zaferi filmin yönetmeniyle, yani kendisiyle paylaşmamasına nasıl içerlediğini anlatıp duruyordu.

Şerif Gören’in ısrarlı tacizleri karşısında hiç kimse adabını bozmadı. Gittikten sonra, oybirliğiyle artık tükenmiş bir yönetmen olduğuna karar verildi. Aslında tükenişi “Amerikalı” filmini çekmesi ve köşeyi dönmesiyle başlamıştı vs… Mehmet Uzun kariyerinin yükseliş döneminde böyle bir toplantı organize edilmesine ve Şerif Gören’in saygısızlığına epeyce kızmıştı.

Muhsin Kızılkaya ile kara mizah örneği bu toplantı dışında uzun süreli bir yan yana oturmuşluğumuz yok. Onu tanıdığımı dahi söyleyemem. Kendisi hakkında “fırıldak” nitelemesini kullanmamın nedeni, “Kürt aydını” sıfatıyla entelektüel vasıflarını pazarlama arzusunun sınır tanımamasından kaynaklanıyor. Kullandığım niteleme aslında çok hafif kalıyor; iyi bir hiciv yazarının çıkıp bu aydın tipine dönük edebi bir küfürname kaleme almasından rahatsızlık duyacağımı hiç sanmıyorum.

Bu aydın tipi ile ilgili geliştirilecek yargının kriteri nihai olarak meselenin özüdür. Hangi tavırları nedeniyle ağır bir şekilde eleştirilmeyi hak ediyorlar? “Kürt aydınlanmasını karartanlar bir bir teşhir oluyor” başlıklı yazımda bir açıklama yaptım. Karar verecek olan okur kamuoyudur.

Üzerinde durulması gereken asıl sorun, Kürt aydın vitrininin kimlerle süsleneceği meselesinin genel geçer bir kriter haline gelmesi, iktidara yamanma ve çıkar hırsının her şeyin önüne konularak aydınlanma ideallerinin katledilmesidir. Zaman zaman bu çirkin oyunun bozulduğu tarihi dönemeçlere girildiği oluyor: Genelkurmay destekli milli hezeyan günlerinde fırıldaklığı esas alan tarzın manevra sahası öylesine daraldı ki, bu tarzın sahipleri de açıkça teşhir oldular. Halkın belleğinin iğfal edilmesine güvenmekten başka çareleri yok. Bize de yeri geldikçe hatırlatmak düşecek; ta ki sanal lümpenlik üzerinden bireysel muhatap kurgulama kurnazlığını bırakıp, gerçek muhatapları olan Kürt halkından af dileyene dek.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish