İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kürt Entelektüelleri Hukuksal İnsan Olmayı Başarmalıdır

Kurdistan Post editörü ve yazarı Hasan Bildirici’nin İsviçre’de Newroz kutlamasında başına gelen talihsiz olay (geceden dışlanması), bir kez daha PKK ile Kürt entelektüelleri arasında kurulan ilişkinin niteliğine odaklanmamıza vesile oldu.

Kendisine yolladığım geçmiş olsun mesajında PKK ile Kürt entelektüelleri arasında belli bir hukuk oluşturulmadan bu tip olayların her zaman tekrar edebileceğini vurguladım. Kendisi de bu konuda yazmayı düşündüğünü söyledi ve sonrasında “PKK ile hukuk” başlığı taşıyan bir yazı yayımladı. Bu yazının dikkatle okunmasında fayda var.

Siyaseten PKK karşıtlığında ısrar edenlerin bir hukuk talep etmesi anlamsız ve kendi adlarına çözümsüz bir çelişkidir. Fakat Hasan Bildirici ile benzer konumdaki Kürt entelektüellerinin durumu farklıdır. Eleştiri sınırları içinde kalmakta, küfür ve hakarete taviz vermemekte ve PKK’nin meşruiyetini tanımaktadırlar. PKK ile bir hukuk olacaksa, muhatap alınması gerekenler de bu duruşun sahipleridir. Karşıtlık üzerine kurulu bir kutuplaşma, bu olasılığı daha en baştan ortadan kaldırmaktadır.

Sorunun PKK ile ilgili tarafını uzun uzadıya ele almak mümkündür. Fakat benim bu yazıda üzerinde durmak istediğim, PKK ile karşıtlık ilişkisi kurmayıp yeri geldiğinde eleştirel söylem kuran entelektüel kesimlerdir. Bu kesimde ne yazık ki hukuk önerme ve talep etme yerine hukukun hediye edilmesini bekleme tavrı öne çıkmaktadır. Çünkü hukuk talep ettiğinizde, etkinlik içinde olmayı, çelişki üretmeyi ve bir yerde didişmeyi de göze almak zorunda kalırsınız. Göze alınamayan budur; PKK’den beklenen himaye etmesi, siyasi rant sağlaması ve hatta işveren olabilmesidir. PKK’nin entelektüellere dönük politikası da her zaman bu kuşkuyla şekillenmekte ve bir güven ilişkisi kurulamamaktadır.

Pratikte sorun bellidir: Kürt entelektüelleri kendi özerk üretim ve açılım kanallarını inşa edip kurumsallaşma adına ciddi bir mücadele vermekte başarısızdır. En fazla kendi özel işletmelerini kurma ya da özel statülerini başka araçlarla yükseltme başarısı gösterirler ki bu da PKK’ye rağmen gerçekleşmiş kabul edilir. Bu “rağmen” durumu da ister istemez halka yabancılaşmayı ve altı boş bir seçkinci pozisyonu kışkırtır. Yazar da olsanız, doktor da olsanız, mühendis de olsanız fark etmez. Halka bir faydanız olduğu bir hayli kuşkuludur.

Bu ortamın entelektüel verimlilik açısından zorlayıcı ve negatif etkiler ürettiğine kuşku yoktur. Fakat realiteyi (PKK’nin entelektüellerle uyuşamadığını) kabul edip örnek aydın duruşu sergilemek ve değişimi zorlamaktan başka çare yoktur. Kürt aydınlanması, özgüvene sahip öncü ve dinamik oluşumlara ihtiyaç duyan bir evreyi yaşamaktadır.

Bu anlamda, ne kadar eleştirilirse eleştirilsin – ki benim ciddi eleştirilerim olmuştur – Kurdistan Post istisnalar arasında yer almaktadır. Kürt ulus-devleti çözümüne vurgu yapan bir çizgisi olsa da, PKK ve lideri Öcalan’la ilişkisini karşıtlık temelinde değil, içerden kurmaktadır. Dolayısıyla, PKK karşıtlığına dayalı yayıncılığın altını oyan bir duruşu da temsil etmektedir. Yaşadığı en önemli sorun ise, katılım ve kadro eksikliği, yani güçlü bir entelektüel çevre kuramamış olmasıdır.

Sürekli bireyselleşmek, sürekli bölünme üzerine kurulu örgütsel fraksiyonculuk geleneğini bireysel fraksiyonculuğa dökmek ve bunu entelektüel özgürleşme olarak tarif etmek komik duruma düşmektir. Fakat kabul etmek gerekir ki, zaman kaybettikçe acısı artan ve kara mizaha dönüşen bu komiklik oldukça yaygındır. PKK’nin entelektüellerle uyuşmazlığının büyüttüğü “aydın mezarlığından” ziyade bu eğilimin daha tahrip edici olduğundan şüphe etmiyorum.

Politikacı entelektüel PKK eksenli ya da PKK’ye muhalif politik partiler içinde örgütçü roller üstlenir. Politizasyon sürecinde olmazsa olmaz bir koşulu yerine getirirler. Buna karşılık politikacı kimlik taşımayan politik entelektüelin faaliyet sahası farklıdır. Örneğin Hasan Bildirici bir politikacı olarak değil, politik bir yazar ve sanatçı olarak iş görmektedir. Onun için öncelikli olan, örneğin roman yazması, yazmış olduğu romanların dolaşıma girmesi ve halka ulaşmasıdır. İsviçre’deki Newroz gecesinde meydana gelen gerilim de bunun engellenmesinden kaynaklanmaktadır. Hasan Bildirici’nin rakip ya da karşıt bir Kürt partisinin kadrosu olmadığı apaçık bir olgudur.

Anlatımlarından şunu öğreniyoruz: PKK’de iki eğilim oluşmuş: Birinci eğilime göre, Hasan Bildirici’nin PKK karşıtları arasında ya da oraya yakın çizgide kodlanması gerekir. Bu mantıkla PKK’nin düzenlediği bir gecede kitaplarını dolaşıma sokmak istemesi bir yana, orada bulunması bile saçma ve hatta provokatif görünecektir. İkinci eğilime göreyse, böyle bir durum söz konusu değil; hatta Hasan Bildirici değerli işler yapan bir Kürt entelektüeli olarak kabul edilmelidir. Nihayetinde aklı- selim galip gelmiş ve İsviçre’deki Newroz gecesinde meydana gelen dışlama eyleminin yanlış olduğu söylenmiş. Ayrıca, gerekli görüşmeleri yapmadan tepkisel bir yazı kaleme alıp yayımlaması da eleştirilmiş – ki Hasan Bildirici yaptığı açıklamada bu konuda hatalı olduğunu kabul ediyor.

Bu durum bana kısmen, yerel seçimlerin hemen öncesinde Newroz haftasında alevlenen “Bahoz” (Fırtına) filmi hakkındaki tartışmaları hatırlattı. Bir kesim diyor ki bu filmin gösterilmesi bile yanlış; başka bir kesim diyor ki bizim bu filmin gösterilmesine karşı bir tavrımız olmadığı gibi, gösterimini de destekliyoruz. Bildiğim kadarıyla bu konu henüz aydınlığa kavuşmuş değil. Yani ortak bir hukuk oluşmuş ve bunun ışığında bir karar verilmiş değil. Böylece hukukun kağıt üstünde değil, uygulamada anlamlı olduğu bir kez daha anlaşılmış oluyor.

Bu örnekler, Kürt hareketinin ifade özgürlüğü gibi evrensel ilkeler devreye girdiğinde dahi kendi içinde ortak hukuk oluşturmakta zorlandığını gösterirken, kendisini bu hareketin bileşeni olarak gören Kürt entelektüel çevrelerinin ortaya çıkan sorunları dışsallaştırmaları, pasif tutumlar geliştirmeleri ve sorumluluğu PKK’ye yüklemeleri ciddi bir tutarsızlığa işaret etmektedir. Kendi aralarında pek demokratik ve üretkenler de şu ya da bu düzeyde PKK onları bastırıyor ve rahatsız ediyor gibi davranmaları inandırıcı değildir.

Otorite düşkünlüğü ve otoriteye bağımlılık, kendini otorite hissetme durumlarında hukuksuzluğun teşviki, Kürt entelektüellerinin sık sık içine sürüklendikleri pozisyonlardır. Güya özgürlükçülük adına toplumsal sorumluluğun aşındırılmasına dayalı bireyciliğin teşviki de, otoriterciliğin narsistik bir versiyonu ve tamamlayıcısı olmanın ötesine geçemiyor; buna mini faşizmler dünyasının yaratılması da denilebilir.

Hukuk önermek ve hukuk talep etmek bu nedenle zora girmektedir. Şu aşamada gerekli olan da, sızlanıp durmak değil, hukuki sorunlar açığa çıktığında müdahil olan ve çözümünü talep eden çıkışlar yapmaktan çekinmemektir. Kürt entelektüel çevreleri homo juridicus (hukuksal insan) olmayı içselleştirmek ve bunun gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür. Kürt hareketinin kendi içinde demokratikleşmesi ve ortak bir hukuka sahip olmasını beklemek değil, sürecin aktif öznesi olmak gerekir. Aksi takdirde “aydın” olma iddiası da sorgulanacaktır doğal olarak.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish