DTP’li milletvekilleri resmi yeminlerini edip halkı parlamentoda temsil etme yetkisini resmen aldıktan sonra, geliştirdikleri uysal-uzlaşmacı tavrı alkışlayanlar da oldu, tepki duyanlar da. Kürt milletini temsil ettiklerini iddia ettikleri ölçüde tepkiyle karşılaşmaları tabii ki kaçınılmazdı. Fakat, Kürt hareketi bünyesinde gerçekte ikincil ve emanetçi bir siyasi rol üstlendikleri düşünüldüğünde, gösterilen tepkinin DTP, ya da kişi odaklı olması da anlamsızlaşıyor. Görünen o ki, Kürt milletini temsil etmek için parlamentoya giren vekillere söylenen, uzlaşma arayışları adına yasalcı tavizin ve popülizmin dozunu kaçırabildikleri kadar kaçırmaları olmuş. Onlar da bu “incelikli” paralel politika adına üstlendikleri görevi layıkıyla yapmaya çalışıyorlar. Paralel politikalar değişebilir ve DTP yeni Leyla Zana’larını yaratabilir elbette, ama bu DTP’nin ikincil ve emanetçi parti olduğu gerçeğini değiştirmez.
Parlamentodaki başlangıç performansına bakıldığında, insan ister istemez DTP’nin CHP’lileştirildiğini ve Kürt halk hareketini tasfiye etmek için örgütlenen bir komplo yapısı olup olmadığını düşünmeden edemiyor. Fakat, biraz daha serinkanlı ve tarihsel bir bakış açısı geliştirildiğinde, bunun yeni bir hikaye olmadığını ve kararlı örgütsel eğilimlere tekabül ettiğini anlamak zor değil. Bazı tarihsel örnekleri sıralayalım: Beş yıl önce üniversitelerde anadilde öğrenim mücadelesini başlatan Kürt öğrencilerin etrafında sivil bir kenetlenme yaratmak gerekirken, bu hareket ortada bırakılmadı mı? Ve bu hareket ortada bırakıldığında demokratik bir mücadele zemini de likide edilmiş olmadı mı? İki yıl önce, tüzüğünde anadilde öğrenim hakkını savunduğu için Eğitim Sen’e dava açıldığında demokrasi mücadelesi adına şu yaklaşım geliştirilmişti: Eğitim Sen’in ve bağlı olduğu KESK’in direnmesine mahal yoktur, eğer yöneticiler istiyorlarsa sendika tüzüğünden bu maddeyi düşürebilir. Bu likidatörlük değil de nedir? Aynı dönemde, daha önce davullu zurnalı kutlamalarla açılışı yapılmış Kürtçe kurslar “halkın ilgisizliği” nedeniyle kurucuları tarafından kapatılmıştı. Bir halk hareketinin kazanımlarını tasfiye etmek için girişimde bulunması nasıl açıklanabilir? Bugüne gelindiğinde, davullu zurnalı kutlamalarla meclise yollanan milletvekillerinin resmi yemin törenine ilişkin “medeni” olduğu iddia edilen tavırlarını seyretmek zorunda kalıyoruz.
Demokrasi ve insan hakları mücadelesinin içini boşaltan yaklaşımlar, Kürt yüksek siyasetini uzun zamandır belirliyor. Bu duruma uygun olarak, özelde genel seçime ilişkin içerden değerlendirmeler yapılır ve hatta standart özeleştiriler verilirken atlanan önemli bir nokta var: Milletvekili yemini ve anayasa değişikliği gibi konularda örgütlenen belirsizlik ve müdahalesizlik demokrasi ve insan hakları mücadelesi adına bir siyasetsizliğin üretildiğini gösteriyor. Yaklaşık otuz yıldır (özellikle 1990’ların başından itibaren) Kürt halk hareketinin merkezi siyaset örgütü olan PKK (bugün için PKK-KCK), yıllardır ve aşama aşama bu özelliğini kaybediyor. İçerden dönüşüm arayışları ya da dışardan alternatif geliştirme iddiaları boşa çıktığı için de, Kürt hareketi ciddi bir belirsizliğe sürükleniyor. DTP’li milletvekillerinin daha en baştan içine düştükleri politik acizliğin kaynağında esas olarak bu olgu var. Türkiye’nin politika sahnesinde Kürtler adına geçerli politika basit ve kolaycı bir şekilde, Türk ordusuyla yürütülen savaşın bir tarafı olmak değil, çok boyutlu bir demokrasi mücadelesinin bir tarafı olmaktır. Süre giden etnik, sınıfsal, cinsel vs. ayrımcılıkları, kısacası “Bazı yurttaşlar diğerlerinden daha eşittir” anlayışını olağanlaştıran toplumsal adaletsizliği ortadan kaldıracak somut mücadele alanları inşa edip geliştirmeksizin, doğruyu temsil etme iddiası havada kalıyor ve likide olma hali olağanlaşıyor.
Kabul etmek gerekir ki, DTP’nin çok doğru işler yaptığı da oldu. Örneğin, Kürt bölgelerinde çok dilli belediyecilik anlayışını ilan edip hayata geçirmeye başladığında, haklılığı tartışmasız kritik bir mücadele alanı yarattı. Kimlik mücadelesine somut ve gündelik bir karakter kazandıran bu tip demokratik mücadele alanlarının inşası, Kürtler adına soyut ve şekilci federasyon taleplerinde bulunmaya ya da “barış yoksa, ayrılık var” türünden toplumsal dayanakları zayıf şantaj politikalarına yeğ tutulmalıdır. Fakat, kendisini popülizmle gizlemeye çalışan mevcut Kürt seçkinci yüksek siyasetinin sorunu, demokrasi mücadelesinin aktif ve kararlı bir tarafı olamaması, iktidarlaşma ya da devlet seçkinlerine kendisini kabul ettirme adına işi kısa yoldan ve tepeden bitirme siyasetine gömülmesidir – ki bu da, reel politik ölçülerle, kendi mezarını derin kazması anlamına geliyor.
Türk “derin” devletinin Kürtlere dönük mevcut siyaseti bellidir: Dar, bölgesel ve bastırılabilir (olmadı denetlenebilir) bir isyanı kışkırtarak, demokrasi mücadelesinde derli toplu bir program ve örgütlülükle ortaya çıkmalarını engellemek. Bu siyasete uygun olarak “terör örgütü” ile “hepimizin göz bebeği Türk ordusu” arasındaki çatışmayı seyredip durmamız ve yaşananlar karşısında tir tir titreyerek paralize olmamız gerekiyor (“Terörle yaşamaya alışmalıyız!”). İşin içine bir de asker ve gerilla ölümlerinin tetiklediği kan davası girdiğinde, toplumun manipülasyonu hepten kolaylaşıyor.
Umutsuzluğa kapılmamak lazım, sağduyulu bir toplumsal hareketlenmenin, insanlıktan çıkmış bu politikaları bertaraf edebileceği anlaşılıyor. Genel seçim örneği ortada: Kürt/Türk ayrımcılığını kışkırtma, Güney Kürdistan’a ölümcül seferler düzenleme ve Ortadoğu’da Kürt halkını boğma planları, Türkiye toplumunun genel onayını almadı. Bununla birlikte, genel seçim gibi halkın siyasi eğilimlerini ortaya koyma şansı yakaladığı siyasi etkinliklerin devlet seçkinlerinin politikaları üzerinde ancak marjinal ve geçici etkiler yaratabileceğini unutmamak gerekiyor. Onlar yine bildiklerini okumanın yollarını aramaya devam edeceklerdir. Halkın kendi kaderi üzerinde gerçekten söz sahibi olabilmesi, seçkinlerin elindeki devlet kurumları karşısında örgütlü inisiyatifini geliştirmesine bağlıdır. Kürt hareketinin geleceği de Türkiye toplumuyla geliştirdiği ilişkinin niteliğine bağlı olarak şekilleniyor. Genel seçim sonrasında olan bitenlere bakarak söylenebilecek olan, Kürt hareketi adına yenilenme, dönüşüm ve toplumsallaşma ihtiyacının hiç bu kadar görünür ve şiddetli hale gelmediğidir.