İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kürt Sorununda Devletin Siyasi Muhatabı Kim?

Kürt hareketi adına on beş yılı aşkın bir süredir tescil edilmiş net bir gerçek var: Kürt hareketini yöneten siyasi parti PKK’dir. 1990’lı yıllarda, PKK’nin yasallığı esas alan Kürt siyasi partilerinin gelişmesini engellediği görüşü, 2000’lerde tamamen iflas etmiştir. Abdullah Öcalan’ıın gerilla güçlerinin sınır ötesine kaydırılması talimatını verdiği 1999’dan PKK’nin silahlı mücadeleyi yeniden tırmandırma kararını aldığı 2004’e kadar olan dönemde, Kürt hareketi yasal ve demokratik mücadeleyi esas alan bir dönemi yaşamıştı. Bu beş yıllık dönemde, PKK’yi beğenmeyen Kürt yüksek siyasetçilerinin kendi partilerini kurup geliştirmesinin önünde ciddi hiçbir engel kalmamıştı.

PKK ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, 2000’lerde Kürt hareketinin çözülme ve halktan kopma eğilimini tırmandıran yasalcı yozlaşmanın tek sorumlusu olarak kabul edilemez. Yasalcı yozlaşma kültürü PKK dışında zaten hakim eğilimdi; 2000’lerde, bu eğilimin PKK’nin yönettiği kurumları da içine alarak büyümesinin önüne geçilemedi. Nasıl ki savaş döneminin kendisine özgü çete ve rant grupları vardı; yasal ve demokratik mücadelenin öne çıktığı 1999-2004 döneminin de kendisine özgü çete ve rant grupları oluştu. Sonuç olarak, Kürt hareketinin halk aktivitesinin yüksek seyrettiği demokratik ve katılımcı bir evrim geçirmesi engellendi.

2004-2007 döneminde, PKK Kürt hareketinin yaşadığı çözülmeyi silahlı mücadeleyi tırmandırarak aşma yöntemini benimsedi. Bu, PKK’nin taşıyıcılığını yaptığı Kürt siyasi temsiliyeti ile birlikte Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimini de boğmayı hedefleyen ve ABD’nin Kürt politikasını dönüştürmek isteyen Türk Genelkurmayının da istediği bir şeydi. Mersin’deki bayrak provokasyonu ile ünlü 2005 Newrozu’nun ardından, aslında sönmeye yüz tutmuş ve yıllardır demokratik açılım sorunlarının yerini almaya başladığı Kürt isyanını bastırma vaadiyle savaşın başladığını ilan etti. 2007 genel seçimine gelindiğinde, DTP’nin Kürdistan’da sahip olduğu oy hakimiyetinin ortadan kalkması ve Genelkurmay destekli partilerin seçim sandığına gömülmesi, savaş sürecinin çatışan taraflar için hiç de iç açıcı sonuçlar doğurmadığını gösterdi.

Seçimin hemen sonrasında, teröre karşı savaş konseptinin Türkiye’yi getirdiği yer etnik çatışma eşiği oldu. Konseptin belirleyici bir ayağını oluşturan terörü lanetleme mitingleri hızla ırkçı ve Kürt karşıtı bir karakter kazandı. Irkçı hezeyana kapılan Türkler, haklı olarak Kürtler ile PKK arasında ayrım yapma becerisi gösteremiyor ve gerçekçi bir sezgiyle “PKK = Kürt” denklemini kuruyorlardı. Kürtlerin artması muhtemel ırkçı saldırılara karşı tepki ve isyan aşamasına geçmesi kaçınılmaz ve an meselesiydi.

Milyonlarca Kürdün tehcir ya da soykırıma uğratılması gibi seçeneklere yönelme imkanı olmadığı için, etnik çatışma balonunu söndürmekten başka çare kalmadı. Nitekim, ırkçı hezeyan dalgasından medet umanlar hayal kırıklığına uğratıldı: Savaşın aslında Kürtlere değil PKK’ye açıldığına karar verildi. Uzun süre MHP’ye taş çıkartırcasına ırkçılığın şampiyonluğunu yapan CHP bile Kürtsever olduğunu ilan etmek zorunda kaldı. PKK’yi tasfiye etme planına onay veren ABD destekli Kürt Bölgesel Yönetimi’ne dönük düşman algılaması resmen rafa kaldırıldı. ABD ve AB ile anlaşarak feda edilecek bir PKK’ye karşılık yasal Kürt siyasi temsiliyetini tanıma güvencesi verildi. DTP’den kendisine çeki düzen vererek PKK’den ayrışması ve Kürtlerin demokratik temsiliyetini üstlenmesi istendi.

Sorun şurada ki, Kürt sorununa PKK’siz çözülebileceği iddiaları her zaman bir gerçeğe çarpıyor: Türkiye’de PKK’den başka muhatap alınacak bir Kürt siyasi temsiliyeti yok. Kürt aydını ya da siyasetçisi kılığındaki işbirlikçilerden  ya da daha ılımlı görünen fırsatçılardan Kürt halk temsilcisi imal edilemiyor. PKK’nin temelde bir terör hareketini değil, bir isyan hareketini yönettiği ve sorumlu olduğu terör eylemlerinin de Kürt isyanını yönettiği sırada gerçekleştiği gerçeği bir türlü kabul edilmiyor. Bu gerçeği akıllara ziyan “Kürt isyanı = Terör” denklemini kuran ve Kürt isyanını bastırmaya çalışırken uygulanan ve sonuçları mahkeme kayıtlarından bile kolayca izlenebilecek kapsamlı devlet terörünü meşru gösteren zihniyete anlatmanın imkanı yok.

Anlamak istemiyorlar; çünkü, yalan, dolan ve suç üzerine kurulan bir savaş yönetiminin hesabını vermek kolay değil. Bu da çözümün nereden geçtiğini gösteriyor. Üç beş emekli general ya da devlet yetkilisinin çeşitli hatalardan dem vurması yeterli değildir. Sözü edilen hataların insani bedeli çok yüksektir ve birkaç kuşağı içine alan bir toplumsal tahribat yaratmıştır. Mesele sembolik ve kişisel yargılama taleplerinin karşılayamayacağı bir boyuta sahiptir.

Kürt sorununda yalana, dolana ve suça dayalı olmayan bir gelecek tasarımına yönelme olacaksa, gerçekçi ve adil bir toplumsal bilincin kazanılması için çaba göstermek gerekiyor. Toplum psikolojisi uygun ya da hazır değil gerekçesiyle PKK’nin basitçe bir terör örgütü olduğunu ve hiçbir şekilde muhatap alınamayacağını iddia etmek, sorunu daha en başından çözümsüzlüğe terk etmektir. Kürt sorununa PKK’siz çözüm politikası, gerçekte Kürt siyasi temsiliyetini ortadan kaldırma ve Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin savunusunu havada bırakma projesidir. Toplumun terör demagojisi eşliğinde oynanan oyunlara değil, hakikat ve adalet duygusu eşliğinde aklını başına toplamaya ihtiyacı var.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish