Osman Sınav Kürt sorunundan beslenen ve Türkiye’de Amerikan tarzı endüstriyel bir film sektörünün yapılandırılması için çaba gösteren, kendi deyişiyle “ülkücü ideallere bağlı olmayı sürdüren” bir sinemacı. Bir 12 Eylül yapımı travma olan “fikirleri iktidarda, kendisi hapiste” ülkücü hayal kırıklığından hareketle, hem devletin mevcut işleyişini eleştiren hem de devleti temiz ve güçlü bir şekilde yeniden yapılandırma iddiasına sahip hukuk dışı ve darbeci derin devlet örgütlenmelerini yücelten kaba bir propaganda sanatı icra ediyor. Son yıllarda, Genelkurmay destekli ve sağı solu birbirine karışan Türk milliyetçiliği dalgası üzerinde sörf yaptığı ve önemli bir sinemacı olarak sivrildiği söylenebilir.
Show TV’de gösterime giren “Pars – Narkoterör, Bir İhanetin Anatomisi” dizisi, Osman Sınav ve ekibinin icra ettiği propaganda sanatının dizi film piyasasındaki son halkasını temsil ediyor. Bu tip dizilerin fanları, hararetle “Pars – Narkoterör”ün “Kurtlar Vadisi”nden daha iyi olup olmadığını ya da “Kurtlar Vadisi”nin kahramanı Polat Alemdar ile “Pars Narkoterör”ün kahramanı Şamil Baturay’ı karşılaştırarak hangisinin daha bir idol olduğunu tartışıyorlar.
Bu yazıda, gerekli görünmekle birlikte, “Pars – Narkoterör”ün özet de olsa dramaturjjik çözümlemesini yapmayacağım. Daha ziyade, dizide çarpıcı bulduğum Kürt dili kullanımı ve politikası üzerinde duracağım.
Rastlantı eseri “Pars – Narkoterör”ün tanıtım filmini izlediğimde çok şaşırdığımı itiraf etmem lazım. Şaşırmama neden olan, dizide Kürt dili kullanımını hayli öne çıkarıldığı izleniminin uyanmasıydı. Şaşkınlık uyandıran dizi müziğinin ana temasının kısmen Kürtçe kısmen Türkçe olması değildi. Kürtleri konu alan ve asimilasyon programına uygun olarak Kürt popüler kültürünü biçimlendirmeyi hedefleyen pek çok dizide Kürt müziği ve türküleri kullanılıyor. Buna karşılık, “Pars-Narkoterör”de anadilini bilen ve konuşan Kürtler vardı. Açıkça ve uzayacak şekilde Kürtçe diyaloglara yer veriliyordu. Bu da diziye bir yerde çift dilli olma özelliği kazandırıyordu.
Dizinin ilk bölümü izlendiğinde, durumun bir yerde şaşırtıcı olmaktan çıktığını söyleyebilirim: “Pars – Narkoterör”de Kürtçe diyalogların kullanımı Kürtçenin normalleştirilmesine değil, tamamen kriminalize edilmesine ve gayri meşrulaştırılmasına dayanıyor. Şöyle ki, filmin baş aktrisi genç Zülüf’ün Kürt kökenli olduğunu ve anadilini bildiğini çok geçmeden öğreniyoruz. Memurluk yaptığı İstanbul Narkotik Şubesi’nde, bir operason sırasında konuşmaları dinlenen Kürt mafya mensuplarının Kürtçe konuşmaya başlamaları sorun yaratıyor; çünkü ne dedikleri anlaşılmıyor. Zülüf konuşulanları anında amirine çevirerek hem onu şaşırtıyor, ama aynı zamanda faydası tartışılamayacak kritik bir hizmet veriyor. Bu nedenle de amirinin takdirini kazanıyor. Peki Zülüf çok iyi bildiği ve konuştuğu belli Kürtçe’yi gündelik hayatında kullanıyor mu? Hayır. Örneğin Van’da yaşayan annesi ile telefonla iletişim kurduğunda ya da evlenme izni almak üzere doğup büyüdüğü memleketine gidip ailesiyle görüştüğünde, Türkçesi yer yer Doğulu bir hal alsa da, Kürtçe konuşmuyorlar. Böylece Kürtçe, salt kriminal evrene ait ve ancak deşifre edilmek üzere kullanıldığında bilinmesi faydalı bir dil haline geliyor.
Öyleyse “Pars – Narkoterör”ün Kürtçe dil politikası kısaca şöyle özetlenebilir:
İnkarı abartmayıp Kürtçe türkü söylenmesine müsamaha göstermekte fayda vardır. Böylece Kürterle daha barışık hale gelip beyinlerine daha kolay sızılabilir. Gerçekten de, televizyonda Kürtçe türkü söylendiğini duyduğumda, ben de “N’oluyor?” diye bir dönüp bakmaktan kendimi alamıyorum.
Kürt insanının dili Türkçe olmalıdır, ama ideal olmasa da Doğu aksanlı olmasına müsamaha göstermekte fayda vardır. Böylece, milli hezeyana kapılıp Kürt soykırımı talep edenlere, temel politikanın Kürtleri asimile etmek ve kazanmak olduğu, soy kırımın ikincil ve narkoterörizme bulaşanlarla sınırlı olduğu hatırlatılıyor.
Kürtçe esas olarak suç (narkoterör) dünyasına ait bir dildir. Fakat narkoteröre karşı savaş sırasında Kürtçeyi bilenlerden yararlanmak ve onları ajanlaştırmak doğru bir tutumdur. Böylece Kürtçe, Kürtçeye karşı kullanıldığında da meşrulaşmaktadır.
Sonuç olarak, kaba inkarcılıktan vazgeçilerek Kürtçe karanlık ve lanetlenmiş bir kavmin yok dili olarak değil, ortadan kaldırılması gereken bir dil olarak tarif ediliyor. Kürtçenin varlığı reddedilemez; ama onu taşıyan öznelerin kâh yok edilmesi kâh kazanılması (asimilasyonu) üzerinden dereceli ölümü gerçekleştirilebilir. Kürtçenin ölümünün köklerinden uzaklaşıp okuyarak kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış, narkotikte devlet memuru pozisyonuna yerleşmiş ve soy sop ırkçılığından uzak vatansever bir başkomiserle (Şamil) evlenme planı yapan Kürt kökenli genç kız aracılığıyla gerçekleşecek olması, erkek egemen bir planla dereceli ölüme mahkum edilen Kürtçenin kelimenin gerçek anlamında ana-dil olduğu kabulüne dayanır: Anne Kürtçe konuşmazsa, çocuk da konuşmayacaktır.
Fakat bu planın uygulanması hiç de kolay değildir. Narkoteröre batmış köklerden kopuşun zorlu olacağını, ama imkansız olmadığını Şamil’in Van’da binbaşı rütbesiyle teröre karşı savaş yürüten ağabeyinden öğreniriz. Nitekim, rakibini saf dışı bırakarak narkoterörün Van hattına bağlı İstanbul temsilciliğini ele geçiren uyuşturucu patronu meğerse Zülüf’ün gerçek babasıdır. Bu da, Zülüf’ün köklerinden kopuş sürecinde çetin bir sınavla karşı karşıya kalacağını göstermektedir.
“Pars – Narkoterör”ün Kürtçe’ye dönük önerdiği dil politikası, temelde resmi devlet ideolojisiyle uyumludur. Fakat, ortada ciddi bir sıkıntı olduğunu ve bu politikanın kolayca hayata geçirilemeyeceğini kabul eder. Çözüm gücü tabii ki devlettir; ama gerçekçi bir yaklaşımla bir yönetim krizi yaşandığı ve devletin devletliğini yapamadığı kabul edilir. Bu nedenle, vatansever örgütlerin hemen devreye girip duruma el koyması ve gizli işler çevirmesi gerekmektedir. Ergenekon operasyonunun “ülkücü ideallere bağlı” dizinin yayımlandığı zamana denk gelmesi Osman Sınav ve ekibi adına bir şanssızlık olarak kabul edilebilir. Bir kez daha ülkücü hayal kırıklığı meydana gelmiş gibi görünmektedir. Örneğin dizinin ilk bölümünde alıntılar yapılan Pamukoğlu Paşa gibilerin karizması fena halde çizilmiştir. Fakat, yoksul ve işsiz gençlerin akıl sağlığını bozmak üzere Polat Alemdarları ve Şamil Baturayları kahramanlaştıran propaganda sanatına ihtiyaç sürmektedir. Dolayısıyla, Türk televizyon ve hâlâ emekleme çağındaki sinema endüstrisi, asimilasyonu teşvik eden filmlere destek sunmaya ve ulufeler dağıtmaya devam edecektir.
İlk yorum yapan siz olun