İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

PKK’ye Yanıt Niteliğinde Aydınlar Bildirisi ya da Hain Kim?

Özellikle Kürt sorunu ve Kürtler söz konusu olduğunda, ihanet retoriğinin her cepheden enflasyonist bir tarzda kullanılması rahatsız edicidir. Devlet ne zaman bir milli seferberlik düzenine geçse, PKK’yi ve onu destekleyen milyonlarca Kürdü hain ilan ediyor. Kürtler açısından da, bir şekilde devletle ilişkili olmak, hain olmanın delili olarak kullanılabiliyor. Diyelim ki PKK lideri Abdullah Öcalan yakalandığında Atatürk’ü öven ve hizmet etmeye hazır olduğu mesajı veren bazı sözler söyledi; Kürt muhalifleri hemen ortaya çıktılar ve aslında onun sömürgeci ve Kemalist TC’nin adamı, itirafçı vs. olduğunu iddia ettiler.

Son zamanlarda, İslamcı hareketten gelen ve bir dönem HADEP’te yöneticilik de yapmış Mehmet Metiner, AKP hükümeti ile kurduğu pozitif ilişkiler nedeniyle PKK tarafından hain ilan edildiğini ve tehdit edildiğini yazıp çiziyordu. Belli ki sinirleri bozulmuştu; öyle ki, aydınlığın yanındayım, insan haklarıma saygılıyım diyen kurum ve kişilerin geliştirdiği duyarsızlığa kahrediyordu. Ayrıca, sadece kendisinin değil, başka birçok Kürt aydınının da aynı muameleye maruz kaldığını ekliyordu: Altan Tan, Ümit Fırat, Enver Sezgin…

Türkiye’deki ihanet retoriğinin hem devlet cephesinde hem Kürt cephesinde tutarsızlıklarla biçimlendiği ve eleştiri ile ihanet suçlaması arasındaki çizginin belirsiz bir karakter edindiği söylenebilir. Devlet cephesinden örnek vermek gerekirse: Kürt sorununun çözümünde PKK’ye ve Abdullah Öcalan’a rol verilmesini savunan üst düzey MİT yöneticilerinin hain olduklarını kabul etmekten başka çare yoktur; fakat, en fazla azarlanıp susturuluyorlar. Söz konusu DTP olduğunda ise, devletin tavrı hemen değişiyor: “Hainler” yargılanıyor, tutuklanıyor ve hapse atılıyorlar. Verilen mesaj bellidir: “Kimin hain olup olmadığına biz karar veririz.”

Mehmet Metiner’in iddialarına dönecek olursak: PKK tarafından hain ilan edildiğine dair iddiaları doğru mu? Gerçekten  de sınır tanımayan ve sonuçları nereye varacağı belirsiz bir ihanet retoriğinin mağduru mu? PKK de devletin yaptığını mı yapıyor?

Türkiye’den 195 aydın ya da kurum temsilcisi, Mehmet Metiner’in iddiasının doğru olduğunu düşünmüş ve yayımladıkları bir bildiri ile, PKK’yi uyarma ve tehdit edilen aydın ve siyasetçilerle dayanışma içinde olduklarını belirtme gereği duymuşlar.

PKK için hiç de hoş bir durum değil. Zaten üzerine yapıştırılan  terör örgütü imajından kurtulmakta zorlanıyor. Bir de bu bildiri yayımlandığında, devlete muhalif aydınlar ve kurum temsilcileri Japon yapıştırıcısı vazifesi görüyorlar. PKK etrafındaki tasfiyeci kuşatma daha bir daralıyor.

Peki söz konusu uyarı ve dayanışma bildirisini haklı çıkaracak bir tehdit gerçekten var mı?

ANF’nin 21 Kasım 2007 tarihli, “Cemil Bayık’tan PKK Kadrolarına Çağrı” başlığına sahip haberinde, KCK Yürütme Konseyi Başkan Yardımcısı Cemil Bayık tarafından yapılan açıklamanın bir bölümü şöyle:

“Son dönemlerde Kürt işbirlikçileri ve hainleri devreye sokuldu. Bunlar TV’lerde ve gazetelerde dolaştırılarak konuşturuluyor. Bunlar Kürt olduklarını söylüyorlar ve Türkiye’nin tezlerini savunuyorlar. 

“Bu süreçte en çok da Mehmet Metiner, Ümit Fırat, Abdulmelik Fırat, Enver Sezgin, Altan Tan gibi sözde Kürt yazar ve gazetecileri kullanıyor. AKP içerisinde de Mir Dengir Fırat, Abdülkadir Aksu, Cüneyt Zapsu, Hüseyin Çelik gibi siyasetçileri kullanıyor. Bunlar ağzıyla Önder Apo ve PKK hakkında iftiralar ve karalamalar geliştiriliyor.

“Bugüne kadar Kürtlükle hiçbir alakası olmayan, siyasi ve ekonomik geleceklerini başka yerde gören bu tipler birden bire PKK karşıtı özel savaşın en önemli aktörleri haline geldiler. Hatta birdenbire Kürtçü kesildiler.

“Türk sömürgecileri bu hain Kürtlere muhtaçtır. Çünkü Türkiye dünyadaki en haksız ve en kabul edilemez bir inkarcılığı ve baskıyı sürdürmektedir. Hain Kürt işbirlikçiler de Türk sömürgecilerine muhtaç. Biri olmadan öbürü yaşayamıyor.

“Halkımız hem sömürgeciliğe hem hain işbirlikçi Kürtlere karşı sağlam duruş göstermeleri gerekiyor. Bunlar sömürgecilerden daha tehlikelidir ve sömürgeciliğin yaşatılması ve sürdürülmesinin de gerçek sahipleri ve nedenleridir.”

Bu açıklamada Mehmet Metiner dahil pek çok Kürt ya da Kürt kökenli aydın ve siyasetçinin hain ilan edildiği bariz. Fakat Mehmet Metiner’in bu suçlamaya cevaben yaptığı açıklamalarda kâh yakınması kâh dimdik ayakta durduğunu ve Stalinist bir örgüt olan PKK’ye biat etmediği için kendisiyle gurur duyduğunu ilan etmesi ne kadar anlamlı?

Mesele bir yönüyle oldukça basit: Mehmet Metiner yaptığı çeşitli açıklamalarda ya da katıldığı televizyon programlarında PKK’nin bir terör örgütü olduğunu ilan etti mi etmedi mi? Eğer ettiyse, PKK’yi insanlığa zararlı bir düşman olarak kodlamayı da kabul etmiş demektir. Öyleyse niçin şikayet ediyor? Terörist, yani insanlık düşmanı kabul ettiği bir örgütün de onu düşman ya da hain kabul etmesi kadar doğal bir şey olabilir mi?

Mehmet Metiner’in haklı olup olmadığını tayin edecek kriter bellidir: PKK terör örgütü mü değil mi?

Eğer PKK terör örgütüyse, hain ve düşman algılamasına maruz kalması normaldir, ama bu ortak aklın kabul edemeyeceği örgütsel bir yansıtmanın ötesine geçemez. İnsan haklarına duyarlı herkesin de onu desteklemesi gerekir.

Eğer PKK terör örgütü değilse, başı belada demektir; çünkü, söz konusu örgütsel algılama ortak akla da uygun hale gelir; yani, sadece PKK değil, halk tarafından da hain muamelesi görmeyi hak eder. İnsan hakları adına kabul edilemeyecek olan, örneğin silahlı şiddete maruz kalmasıdır; çünkü, Mehmet Metiner’in elinde silah PKK’ye savaş açtığı iddia edilemez. Mücadele zemini, kendisinin de belirttiği gibi, öncelikle entelektüel ve siyasi arenadır.

Böyle bakıldığında, Mehmet Metiner’in mantık silsilesinin hasarlı olduğu açık görünüyor. Belli ki o PKK’yi terörist, PKK de onu devletin dolduruşuna gelen sıradan bir vatandaş gibi değerlendirmeyip hain ilan etmiş. 195 aydın ve kurum temsilcisinin yayımladığı bildirinin atladığı nokta bu. Eğer bir uyarı yapılacaksa, terörizm ve ihanet suçlamalarının birbirini kovaladığı provokatif ortamın yaratıcılarına yapılmalıdır – ki bunların arasında Mehmet Metiner’in olduğuna hiçbir kuşku yoktur.

Bir Kürt aydını olarak Mehmet Metiner’in içine sürüklendiği mantık hasarı incelenmeye değerdir; çünkü,  sosyolojik bir vakadır. Bir şekilde PKK ile sorunlu Kürt siyasi çevrelerinde kolayca gözlemlenebilecek yaygın bir alt kültüre işaret etmektedir. Abdülmelik Fırat ya da Kemal Burkay gibi yaşını başını almış ve olgunlukla hareket etmesi beklenen siyasetçiler dahi bu alt kültürü beslemeyi sürdürmektedir. Ne zaman mikrofon uzatılsa, PKK’ye ve Abdullah Öcalan’a bir sövüp saymadıkları kalıyor.

Bu alt kültürcü siyasetin özü şöyle özetlenebilir: PKK ile arana elden geldiğince kalın bir ayrım çizgisi çekersin ve en azından imha politikalarının dolaysız nesnesi olmaktan kurtulursun. Bunun en kestirme yolu da, PKK’nin terörist olduğunu ya da en azından teröre battığını iddia etmekten geçiyor. Böylece, Baykal’ın ifadesiyle “Kürtleri seviyoruz, PKK’yi sevmiyoruz” politikasının vaat ettiği koruma şemsiyesi altına sığınmak mümkün olabiliyor.

Mehmet Metiner’in bu kadar öne çıkmasına ve PKK tarafından ciddiye alınmasına neden olan, bu alt kültür evreninin üstüne yükselerek AKP çatısı altında yüksek siyaset evrenine dahil olması ve hızını alamayarak PKK’siz çözüm politikasının fanatik bir sözcüsü haline gelmesidir. PKK’yi kolu kanadı kırık (iktidarsız) alt kültürcü aydın evrenindeki dedi kodu ortamı pek ilgilendirmemektedir. Fakat, bir şekilde yüksek siyaseti ve Kürt kitlesini etkileme gücüne erişen Kürt aydın hareketlenmelerini hayati bulmakta ve müdahale etme gereği duymaktadır.

Peki bu müdahale ortak akıl ölçü alınarak mı gerçekleştiriliyor? Bu sorunun yanıtı Mehmet Metiner’le birlikte hain olduğu iddia edilen ve medyada sık sık görüşüne başvurulan, televizyon programlarına katılan Altan Tan örneğine bakıldığında daha kolay verilebilir.

Altan Tan’ın yaptığı açıklamalarda ya da katıldığı tartışma programlarında, PKK ve DTP eleştirisi yaptığı, ama “PeKaKa teröristtir; ordumuzun bir terör örgütü olan PeKaKa ile savaşması hak ve helaldir” türünden sözler sarf ettiğine ben hiç şahit olmadım. Dolayısıyla, hangi mantıkla hainler listesine sokulduğunu da anlayamadım. Bu örnek, PKK sözcülerinin gri bölgelerden hiç hazzetmediğini ve ortak akıl ölçü alındığında ihanet retoriğinin oldukça sorunlu seyrettiğini gösteriyor.

Altan Tan’ın yaptığı son açıklamalardan birisi şu:

“DTP ve PKK arasındaki münasebet bence dezavantaj değil avantajdır. Siz direk olarak Abdullah Öcalan’la konuşamıyorsanız, direk olarak PKK’yı muhatap alamıyorsanız bazı sorunları çözmede, dağdaki insanları indirmede DTP’den daha meşru daha sistem içinde bir muhatap bulmanız mümkün mü? DTP, demokrasi için şanstır. Ne pahasına olursa olsun mecliste tutulması lazım. ‘Ben muhatap olmam, konuşmam’ diyerek siyaset yapamazsınız. PKK’yı yok farz ederek Kürt sorununu çözemezsiniz. Yani PKK size göre olumludur, olumsuzdur, yaptığı işler doğrudur yanlıştır. Bu ayrı bir tartışma konusu. Ama siz şu an PKK’yı yok farz ederek ‘hiçbir şekilde benim muhatabım değil’ diyerek bu sorunu çözemezsiniz.” (28 Kasım 2007 / ANKA)

Örneğin bu açıklamaya bakıp Altan Tan’ın ihanetle suçlanması mantıklı mı? Geliştirdiği önerinin DTP ve PKK’nin önerdiği çözüm tekniğini karşısına almak bir yana, çeliştiği dahi söylenemez. Bu da PKK’nin ihanet retoriğinin ortak akla değil, kolaylıkla kestirmeci ve sekter bir yaklaşıma yaslanabildiğini gösteriyor. Dolayısıyla, geliştirilen hain tanımlamasının da bir inandırıcılığı kalmıyor.

Sonuç olarak, bugünlerde ciddi bir ortak akıl kurma krizi yaşanıyor. Bu durumda ne söylenmesi gerektiği belli: Hiç kimsenin “Eleştiri nerede biter, ihanet suçlaması nerede başlar?” sorusunun yanıtını kendisine göre verme ve kafa karışıklığı yaratma hakkı yoktur. Hakikat ve adalet duygusunun iktidar sahibi olması için çalışmak başka, hakikat ve adaleti kendisine göre tanımlayan bir iktidar anlayışının ayartısına kapılmak başkadır.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish