Nedim Saban, Birgün’de yayınlanan ve MİMESİS sitesine de taşınan “Ahmet Türk’ün Yumruk Yemesini İstemiyor musunuz?” adlı yazısında, sanat alanında muhalefetin demokrasi özürlü olma tehlikesi yaşadığını şu sözlerle ifade etti:
“Savaş istemiyoruz, barış istiyoruz, demokrasi istiyoruz, özgür düşünce, ifade özgürlüğü istiyoruz demek iyi hoş ama bunları kendiniz için değil, başkaları için de istemek, paylaşmayı bilmek lazım!”
Nedim Saban basit bir karşılaştırma yaptı. Antakya Dörtyol Kaymakamlığı’nın “Miğfer” adlı çocuk oyununu yasaklaması karşısında meydana gelen ve şaşırtıcı bulduğu örgütsel reflekslerin hız ve çeşitliliğine dikkat çekti. Gerçekten de, “Miğfer”in yasaklanması karşısında, beş tiyatro örgütünün (TTB, OYÇED, ASSITEJ, TOBAV ve ÇDD) açıklama yaptığını gördük. Kaymakamlık geri adım atmasa, başka örgütler de açıklama yapacaktı, hatta mesele belki de uluslararası platformlara taşacaktı diyebiliriz. Oyunun Devlet Tiyatroları repertuarında yer alıyor olmasının kaymakamlığı zor durumda bıraktığını da eklemek lazım.
Buna karşılık, Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Bahar Kültür Merkezi’nde faaliyetlerini sürdüren 13 müzisyen ve tiyatrocuya beş yıl sanat yasağı koyması örgütsel reflekslerin kaybedildiği bir duyum haline geldi. En fazla, duyumun kaynağı olan haber kopyalanıp oraya buraya yapıştırıldı. Ne de olsa FACEBOOK kültürü muhalif duruşumuzu fazlasıyla etkiler hale gelmiş durumda. Kopyala, yapıştır; ne gereği var beyinsel aktiviteye zaman ayırıp olayı anlayıp yorumlamaya çalışmanın.
Sonuç: Mağduriyetlere adil bir şekilde sahiplenme yok. Bir adım daha atarak sanat alanındaki muhalefetin Kürt meselesi karşısında etkili olamadığını ve oto sansürü çoktandır alışkanlık haline getirdiğini tespit etmek gerekiyor. Bu bir tez konusu ve bildiğim kadarıyla, henüz kimse bu konuya el atmış değil. Nazım Hikmet ve Can Yücel dahi paylarını aldılar bu doğallaştırılan sansürden.
Zaman zaman önemli çıkışlar yapan Barış İçin Sanat Girişimi bu duruma aykırılık oluştursa bile, Başbakan’la barış için kahvaltı masasına oturulmaz diyen, hatta işçi sınıfı adına karşı kahvaltılar tertip eden sol muhalif “aydın” görünümler, eşyanın tabiatı gereği Kürt coğrafyasındaki sanatsal hal ve gidişatı teğet geçiyor. Asırlık komünist yazar Vedat Türkali’nin uyarıları da bu demagojinin, insana ve hayata bu denli uzaklaşmanın / yabancılaşmanın önüne geçemiyor.
Bahar aylarını yaşıyoruz. Tiyatromuz için bunun anlamı yaygın bahar şenlikleri; yani cıvıl cıvıl olacağız. Fakat ülkemizin olağanüstü bir bölümü için bahar aylarının anlamı şiddet döngüsünün kat be kat artacağı ve ölümün hayata bir kez daha üstünlük kuracağı. “Sanata, Tiyatroya Dokunma!” demeye çalışıyoruz. Fakat “Savaşa Hayır! Barışa Evet!” diyemediğimizde, komik duruma düşüyoruz. 13 Kürt sanatçısına 5 yıl sanat yapma yasağı konulması, bu ülkede Kürt meselesi olduğunu, savaşın devam ettiğini, bunları teğet geçen sanatın ancak riya sanatı olabileceğini gösteriyor.
Yorumlar kapatıldı.