Ali Haydar Kaytan’ın, Yeniden Özgür Politika’da “Tüccar Siyaseti” adında bir makalesi yayımlandı. Makale kapitalizmin ve onun Türkiye’deki önde gelen siyasi temsilcisi AKP’nin alım satım çerçevesine indirgediği özgürlük anlayışının sert bir kritiğini yapıyor. Daha sonra, 2007 genel seçiminin sonuçları ima edilerek, bu anlayış karşısında mücadele etme iddiasında olanlar da kritik ediliyor. Fakat yazıda esas olarak kapitalist tüccar siyasetini sona erdirmesi beklenen Kürt gençlik hareketinin eksikliği, özellikle aydınlanmayı halka taşıma konusunda üniversite gençliğinin geçirdiği olumsuz değişim sorunsallaştırılıyor:
“Cehaletin okuyan kesim içinde derinleştiği yerde insan kaybolmaya yüz tutmuş demektir. ’70’ler Türkiye’sinin üniversitelerinde hala bilimin kokusu vardı; kısmi de olsa üniversiteler bilimle tanışma ve aydınlanma yeriydi. Aydınlanma denildiğinde ise toplum akla geliyordu. Aydınlanmayı halka taşımak üniversite öğrencisinin temel parolası durumundaydı. Kendilerini ülkücü olarak tanımlayan faşistler bile ideolojilerini toplumcu milliyetçilik olarak tanımlıyorlardı. Ancak bugün ‘toplum’ veya ‘halk’ kavramları aynı kesim içerisinde suratların ekşimesine yol açıyor. Öyle ya, toplum dediğin sana ne kazandırır? Sana yararı olmayanın canı cehenneme… Üniversite, mezun ettiği öğrencisinin eline, deyim yerindeyse bilgi adına bir el feneri tutuşturuyor. Kendisi karanlıkta önünü görsün de başkaları düşerse düşsün, bu onu ilgilendirmemelidir. Türkiye’nin bugünkü yüksek öğrenim sistemi öğrenciyi soysuzlaştıran bencilliğe üniversite diploması dağıtıyor. Çünkü diplomalı cahil üretimi sistemin devamına hizmet ediyor.”
Üniversite gençliğinin aydınlanma ve halkla ilişkisinin geçirdiği değişim sorunsallaştırılırken, hayat gailesi ve bireysel çıkara odaklı bir üniversiteli gençlik oluşumunun ortaya çıkması negatif bir durum olarak gösteriliyor. İlk bakışta bu oldukça doğru bir yaklaşım gibi duruyor. Öyle ki, üniversiteli gençlik silkinip kendine gelmeli ve 1960 sonları ya da 1970 başlarındaki kuşak örnek alınmalı gibi bir sonuç da çıkarmak gerekiyor.
Önemli ve esin verici eleştirel doğruları içerse bile, bu tip önermelerin atladığı önemli bir nokta var: Üniversiteler kapitalist toplumun kurucu ve seçkin kadrolarının yetiştirildiği alanlar olmaya devam etmekle birlikte, artan öğrenci ve üniversite sayısına orantılı olarak seçkin sayısı artmamıştır. Aslında üniversiteler, 1970’lerle birlikte ağırlıklı olarak “okumuş” orta sınıfa eklemlenmeyi sağlayan, 1980’lerden sonra ise işsizlik korkusunun da yayılmaya başladığı mekanlar haline gelmiştir. Bu değişime paralel olarak, “kurtarıcı” ya da “öncü” gibi sıfatlar yüklenerek seçkinci bir ideoloji ile yetiştirilen bir üniversiteli gençlik de ortadan kalkmaya başlamıştır. Seçkinler kulübüne üye olmak için çok özel kurumsal süzgeçlerden geçmek gerekir ve bu gerçekte çok az sayıda üniversite mezunu için geçerlidir. Eski kuşaklarda olduğu gibi “Biz hepimiz seçkiniz” iddiası üniversiteli gençlik içinde yaygın olmaktan çıkmış ve çoğunluk için geçersiz bir önyargı halini almıştır. Bugün, üniversiteli gençlik kategorisini, kısmen seçkinlerin, ama daha ziyade diplomalı orta sınıfın bir beslenme kaynağı olarak çözümlemek gerekiyor. Gençlik içinde yürütülen mücadele de bu sosyal gerçeklik göz önüne alınarak yürütülmek durumunda.
Aydınlanma pratiğini ele alırken, “halka bilinç taşıma” pratiğinin seçkinci bir önyargının işareti olup olmadığına dikkat etmek faydalı olacaktır. Meseleyi açmak için örnek olarak babamı verebilirim. Kendisi ticaretle meşguldü, ama sadece al sat özgürleşmesi ile yetinmek istemiyor, hatta al sat pratiğini aile düzenini ayakta tutmak için dünyevi bir meşgale olarak görüyor, geleneksel temayüllere uygun olarak fazla çocuk sahibi olmayı birey adına “eşeklik” olarak değerlendiriyor ve bunu hiçbir şekilde yeni kuşaklara önermiyordu. İlkokul mezunu olmakla birlikte (kendi döneminde ve coğrafyasında resmi yerel seçkin olabilmek için aslında yeter koşuldu), özellikle din, felsefe, tarih ve arkeoloji konularında çok gelişkin bir entelektüel meraka sahipti ve okumayı çok severdi. Mesleki cemaati içinde saygın bir isimdi ve sözüne değer verilirdi; başka bir deyişle, entelektüel ve liderliğe aday bir pozisyona sahipti. Babam hakkında daha çok şey söylenebilir, ama anlatmak istediğim kısaca şu: Halka bilinç taşımak, zaten halkın bir parçası iken anlamsız görünür. Halkın içindeyken, dolaşıma sokulan bilginin anlaşılırlığı ve işlevi önem kazanır. Bu, üniversiteli gençliğin de sahip olması gereken aydınlanma perspektifidir. Üniversiteli gençlik, halkın üretimine katılmak üzere olan bir sosyal kategoridir; örgütlenmesi de geliştirmesi gereken bilinç de ona göre olmalıdır.
Üniversiteli gençlikten, seçkinlerin çıkarılması ayrı bir meseledir. Evet, gerçekten de buna ihtiyaç var; çünkü devlet düzeyinde verilmesi gereken bir mücadele de var. Örneğin, yasal politik pratikte, parlamentoda halkı temsilen bir uzman hukukçunun bulunması ve anayasa tartışmalarına yorumlarıyla damgasını vurması önemlidir. Ya da bir uzman tıp doktorunun bulunması ve halk sağlığının durumunu tartışmaya açması önemlidir. Ya da bir uzman ziraat mühendisinin bulunması ve tarım politikalarını derinlemesine ele alması önemlidir. Örnekler çoğaltılabilir. Yine de asıl önemli olan, bu söylemleri besleyen ve dayanak teşkil eden entelektüel bir ağ örgütlenmesinin ve toplumsal talebin olup olmadığıdır. Dolayısıyla, Kürt orta sınıfı içindeki entelektüellerin halk içindeki konum ve örgütlülükleri sorunsallaştırılmadığında, soyut olarak seçkin temsilcilerimizin yetkinliklerini sorunsallaştırmak, sadece havanda su dövmek ve “kurtarıcı” önyargıyı beslemeye devam etmek oluyor.
Kürt gençliğinin bir hareket olamaması, Kürt gençliğine dönük politikaların seçkinci ve devşirmeci karakteri ile ilgilidir. Şu ya da bu kurumda topluma yön verme iddiasında olmak sorunu çözmüyor. Zaten bu kesimin sayısal sınırları vardır ve en fazla binlerle ifade edilebilir. Peki geriye kalan ve sadece “diplomalı cahillerin” bile yüz binleri bulduğu tahmin edilebilecek kesimler ne olacak? Örneğin halka katılmak üzere olan üniversiteli Kürt gençliği içinde doktor, hukukçu, eğitimci, mühendis vs. örgütlülüğü yaratılmış durumda mı? Ben şunu iddia edeceğim: Kürt hareketi içinde seçkin ve ayrıcalıklı bir yönetici tabakalaşma yaratmak adına bu örgütlü çalışmanın sorunlarıyla yüzleşmekten kaçılmış ve yaygın bir likidasyon yaşanmıştır. Öyle ki, kararlı bir tavır değişikliği ile, ancak beş ila on yıllık sürelerde kapatılabilecek ciddi boşlukların meydana geldiği söylenebilir. Meseleyi bir çırpıda tepeden bitirmek ayrı bir yaklaşımdır: Devlet iktidarını ele geçirme hedefine ulaşır ve bir grup seçkin eliyle “diplomalı cahiller” sürüsünü hizaya sokmayı denersiniz.
Aydınlanmanın demokratikleşmesi ve halklaşmasında üniversiteli gençliğin anahtar bir role sahip olduğu görüşüne katılmakla birlikte, bu rolün yaygın olarak halkın içinden konumlar alarak yerine getirilmesinin sosyal ve özgürlükçü bir zorunluluk olduğu kanısındayım. Okumuş Kürt orta sınıfı ile bu sınıfa girmeye aday üniversite gençliği içinde etkili ve toplum tabanına nüfuz eden bir aydınlanma mücadelesi geliştirilmeden, “diplomalı cahillerin” toplumsal aydınlanma ve özgürleşme konusunda oynadıkları tıkaç rolünü elimine etmenin imkanı yok. Kurulu düzen karşısında alternatif geliştirme iddiasına sahip aydınlanma kurumları da ona göre işlemek zorunda.