Türkiye’nin kısa ve orta vadede demokratikleşme ölçülerini belirleyeceği ulusal program sonunda açıklandı. Yüzde kırklara varan fiili devalüasyon ve ard arda yapılan yüksek zamlarda ifadesini bulan piyasalardaki şok dalgalanma yönetenlerin demokratikleşmeye mecbur kaldığını gösteriyordu. Mecburiyete kimsenin itirazı yoktu. Sorun egemenlerin yıllardır irrasyonel politikaları dayatmaktan, topluma deli gömleği giydirmekten vazgeçmeme ısrarıydı. Bu defa da akılsızlık galebe çaldı. Genelkurmayın dayattığı ve MHP tarafından sözcülüğü yapılan politikalar ulusal programa yansıtıldı. Mesut Yılmaz halâ iyimserliğini korumaya çalışıyordu, ama ANAP'ı yok olmaktan kurtarmak için savunusunu yaptığı, yer yer DSP politikalarıyla da örtüşen liberal hat etkisini gösteremedi. Ne idam cezası ne anadilde eğitim konusunda adım atmamakta ısrarlı, şiddetin tekelini elinde tutan ve bu sayede toplumu teslim almaya çalışan oligarşik zihniyet direniyor.
Kanal 6'da yayınlanan 'Dr.Stres' adlı program iki kere köçekleri konu yaptı. Konservatuar mezunu bir grup insan köçek oyunlarından yararlanarak şovlar hazırlayıp eğlence sektöründe sunuyorlardı. Program, biraz tabuları sorgulamak biraz da rating kaygısıyla, erkeklerin kadın kılığına grip dans etmeleri kabul edilebilir bir şey midir değil midir, sorusunu soruyordu.
Demokratik aydınlanma hareketi için yaşamsal öneme sahip kültür-sanat çalışmalarında, ne sol blok ne de özelde yurtsever emekçiler bir politikaya ve çalışma programına sahip değillerdir.
Entelektüellerin enflasyona uğradığı zamanları yaşıyoruz. Elit bir azınlık veya oldukça rafine bir topluluk oluşturmaları pek söz konusu değil. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Otuz kırk yıl önce bir doktorun, bir mühendisin veya bir öğretmenin toplum tarafından algılanışı ile günümüzdeki algılanışı arasında büyük farklar var. Orta sınıf deyince akla sadece bakkal, manav, kasap gibi insanlar akla gelmiyor. Doktorlar, mühendisler, avukatlar, ekonomistler, sanatçılar, vs. hızla orta sınıfın bileşenleri haline geldiler. Hatta, gelir düzeylerinin sefaleti nedeniyle, öğretmenlerin büyük çoğunluğu toplumun alt tabakalarında konumlanmak durumunda kaldılar.
Fransız filozofu Michel Foucault'nun Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan 'Entelektüelin Siyasi İşlevi Üzerine' adlı kitabını okuduğumda, bir kez daha lise yıllarından itibaren tartışmaya başladığımız bazı temalar kafamda canlandi.1980'in hemen ardından, zaman zaman sosyalist devletlerin konumunu sorgulayan bazı tartışmalar yapıyorduk.
“İdam Provaları”nın yazarı Kemal Orgun tiyatroyla Ümraniye Endüstri Meslek Lisesi’nde öğrenci olduğu yıllarda tanışmış. Tiyatrocu kimliğini benimsemesi ise 1992’de EMzopotamya Kültür Merkezi Tiyatro Birimi’nde çalışmaya başlamasından sonra gerçekleşiyor. Oyunculuk, mizansen ve oyun yazımı alanlarında faaliyet gösteriyor. 1999 yılında yazmaya başladığı “İdam Provaları” son biçimini 2000 yılında almış. Bu oyun dışında yazdığı kısa ve uzun başka oyunları var.
Tanıtım biçimi olsun galasında yaşatılmaya çalışılan hava olsun 'Vizontele' Türkiye'de Hollywood teknikleriyle iş gören bir sinema trendinin devamına işaret ediyor. Bununla birlikte, film kadrosu göz önünde bulundurulduğunda 'Vizontele' için 'Bir Beşiktaş Kültür Merkezi Filmi' demek çok abartılı olmaz. Esas olarak tiyatro ürünleriyle tanınan bir topluluk olarak BKM ailesinin 'Vizontele'ye damgasını vurması hiç de Hollywoodvari bir tutum değil.
Sahne yapıtı kendini ancak seyirciyle birlikte var olduğu, eğer seyirci yoksa fiili varlık gösterme şansını yitirdiği için, tiyatroda alımlayıcıya ulaşmak özel bir önem taşır. Yazı, görüntü veya sesle kaydedilmiş sanat yapıtları, için aynı şey söylenemez. Bir roman ya da bir film umutla alımlayıcısını beklemeyi sürdürebilir.
Birkaç hafta önce, Hıncal Uluç Sabah gazetesindeki köşesinde özel tiyatroların yaşadığı seyirci kriziyle ilgili bir yazı yazmıştı. Nedim Saban’ın şu değerlendirmesine karşı çıkıyordu: “Haldun Dormen, seyirciyi dolaptan kız çıkarmaya alıştırdı. Her tiyatrodan bu beklenmeye başladı. Biz de bir ara bu tuzağa düştük. Ama tiyatro seyircisinin azalmasında bu basmakalıp işlerin payı büyük...” Hıncal Uluç 1960'lı yılların Türkiye'sinde bulvar komedilerinin yayılmasına ön ayak olan Haldun Dormen'i savunurken, tiyatro seyircisinin oluşturulmasında ve seyircinin derinlik sahibi tiyatro oyunlarına yöneltilmesinde bulvar komedilerinin önemli rol oynadığını belirtiyor. Seyirci kaybına esas olarak anti-burjuva tiyatro hareketinin yol açtığını da ekliyor: "Bu "Epik Devrim" döneminde gençlerin gerçek tiyatroya gitmeleri “Burjuva eğlencesi".
Yunanca 'dramaturgia' kelimesi bir dram yapıtı oluşturmak anlamına geliyor. Fransızca'da 'dramaturgie' deniliyor ve Türkçe'ye Fransızca telaffuzuyla giriyor: Dramaturji. Zana Farkinî'nin hazırladığı ve İstanbul Kürt Enstitüsü tarafından yayınlanan Türkçe-Kürtçe Süzük’te 'dramaturji'nin karşılığı olarak şu kelimeler öneriliyor: Dramnivîsî, dramaturjî, leyznivîsî. “Dramnivîsî” Türkçeye 'dram yazımı', ' leyznivîsî' ise 'oyun yazımı' olarak çevrilebilir.