Entelektüellerin enflasyona uğradığı zamanları yaşıyoruz. Elit bir azınlık veya oldukça rafine bir topluluk oluşturmaları pek söz konusu değil. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Otuz kırk yıl önce bir doktorun, bir mühendisin veya bir öğretmenin toplum tarafından algılanışı ile günümüzdeki algılanışı arasında büyük farklar var. Orta sınıf deyince akla sadece bakkal, manav, kasap gibi insanlar akla gelmiyor. Doktorlar, mühendisler, avukatlar, ekonomistler, sanatçılar, vs. hızla orta sınıfın bileşenleri haline geldiler. Hatta, gelir düzeylerinin sefaleti nedeniyle, öğretmenlerin büyük çoğunluğu toplumun alt tabakalarında konumlanmak durumunda kaldılar.
Foucault’nun ‘spesifik entelektüel’ adını verdiği kesim büyük ölçüde orta sınıf içinde konumlanıyor. Türkiye’de yetmişli yıllarda, entelektüeller, özellikle de halkın deyimiyle ‘talebeler’ kalabalık bir kitle olarak gerçek adaletin temsilcileri ve toplumu eşitlikçi bir geleceğe götürecek öncüler olarak ortaya çıktılar.
12 Eylül darbesinin ardından halk tarafından terkedildiklerini, kendi kendilerine verdikleri misyonun abartılı olduğunu hissettiler. Yeni kuşak ‘talebeler’in en büyük çoğunluğu ise orta sınıf duyarlılığı ve sistemle uzlaşı içinde hareket ettiler. Ağabeylerinin çıkardığı derslerden ve yenilgi psikolojisinden etkilendiler demek yanlış olmaz. Ama aslında hangi toplumsal tabakalaşmanın adayları olduklarını ve bunun bilincine varmaya başladıklarını haber veriyorlardı.
Kapitalist modernleşmenin belli bir aşamasında çoğalıp kitlesel olarak orta sınıf tabakalaşmasının bileşenlerine dönüşmeleri spesifik entelektüellerin mutlaka sistemin gönüllü hizmetkârları olmayı peşinen kabul ettikleri anlamına gelmez. Kapitalist modernleşme onları sistem içinde kapsayabilmek, sistem karşıtı itkilerden uzak tutmak için gerekli esnekliği ve serveti yaratmak zorundadır. Aksi takdirde, orta sınıf tabakalaşması genişleme eğilimini yitirir ve çözülme eğilimine giren bu tabakalaşma içinde yaygın, sisteme güvenini yitirmiş fraksiyonların oluşmasının önüne geçemez. O zaman, egemenlerin hayal kırıklığına uğrattığı bu unsurların toplumun altındakilerle ittifak sorunu, bu ittifak içinde kendilerine biçtikleri rol ister istemez gündeme gelir.
Foucault geleneksel entelektüel tutuma, örneğin ezilenler adına konuşulmasına karşı çıkıyor. Ama spesifik bir alanın bilgisine sahip kişi olarak entelektüelin sınıfsal eğilimlerinin ve orta sınıf tabakalaşması içinde ortaya çıkan fraksiyon savaşlarındaki yerinin özel bir analiz konusu olması gerektiğine pek değinmiyor. Ayrıca, hâlâ ‘kurtarıcı’ ya da ‘rehber’ mitinin geçerli olmaya devam ettiği bölgelerin varlığını sürdürdüğünü de belirtmek gerekiyor. Bu anlamda, Türkiye gibi bir ülke çok ilginç ve karmaşık bir gözlem alanı oluşturur. Geleneksel çizgide konumlanmakta ısrar eden entelektüel için de artık bu iddiasını yitirmiş ve sınıfsal konumunun farkında olan spesifik entelektüel için de hareket alanı mevcuttur.
Foucault’nun yol gösterici çözümlemeler yaptığı inkar edilemez. Bununla birlikte, onun örneğin Wallerstein ile birlikte okunmasının daha yararlı olacağını düşünüyorum. Entelektüelin bireysel olarak varlığı ve tercihleri sahip olduğu sınıfsal itkiler bakımından da çözümlenmelidir. Çözümleme düzeyinde entelektüel siyasal mücadele içinde olanların işine yarayabilecek bir dizi aydınlatıcı enstrüman üretir. Diğer yandan, toplumsal katmanlaşmanın belli bölgelerinde yer aldığı için, bizzat kendisi de siyasal mücadelenin içindedir. Bu iki nokta birlikte ele alındığında, örneğin bir akademisyenin odasına girerken karşılaştığı temizlikçinin, elektrik teknisyeninin veya öğrencinin uzağında konumlanmadığı, kurumsal planda etkileşim halinde yaşadıkları, entelektüelin siyasal mücadele içindeki rolünün aydınlatıcı enstrümanlar üretmenin ötesine geçtiği kolayca anlaşılabilir. O akademisyenin emekçiler veya öğrencilerle kurduğu ilişki, bu ilişkinin birleşme veya ayrışma yönünde alabileceği biçimler önemli bir siyasal sorun haline gelir. Bu anlamda Foucault yol gösterici olabilir mi? Sanmıyorum. Nihayette, entelektüelin yeni biçimiyle (spesifik) soyut bir varlık, örneğin salt bir bilgi aygıtı veya bir beyin olarak kavranmasının önüne geçemediğini düşünüyorum.
İlk yorum yapan siz olun