Bu yazının başlığını özellikle böyle koydum –ki Selahattin Erdem’in Yeni Özgür Politika’daki köşesinden yazıp çizdiği Beşikçi eleştirilerinin özü anlaşılsın. İzleyebildiğim kadarıyla Selahattin Erdem, Beşikçi üzerine dört yazı kaleme aldı: “Maaşlı Yazanlar”, “Devletperestlik”, “Demokrasinin Özü” ve “Üç Çizgi.”
Bu yazılardan birincisi, Kürt entelektüel çevrelerinde geniş bir tepki yarattı. Çünkü hakaret ve tehdit içeren bir üslupla yazılmıştı. Bunun üzerine yazılan ikinci, üçüncü ve dördüncü yazılarda, birinci yazıdaki tutum terk edilerek Kurdistan Post ve özelde Beşikçi’ye dönük tepkinin asıl kaynağının ne olduğu ifade edildi. Beşikçi’nin Öcalan’a dönük susması yönünde açıklamaları olduğu ve bunun bir bilimciye yakışmadığı, bu tutumuyla PKK’yi boğmaya çalışan güçlerin değirmenine su taşıdığı iddia edildi. En önemlisi, bu ikinci, üçüncü ve dördüncü yazıların Beşikçi’ye yanıt veren argümanlar içermesi, hakaret ve tehdit içeren ifadelerden uzak durmasıydı.
Bu tablo karşısında dikkatimi çeken, Selahattin Erdem’in birinci yazısının ürettiği tepkinin hafızalara kazınması, ama diğer yazılar sanki hiç yokmuş gibi bir eğilimin örgütlenmesiydi. Oysa entelektüel sorumluluk gereği, tam tersi bir tavrın takınılması daha makul görünüyordu: Selahattin Erdem, Beşikçi’ye, Öcalan’a susmasını isteme hakkı olup olmadığını soruyor ve ayrıca, Kürt ve Kürdistan tasarımına ve politikasına ilişkin olarak Beşikçi’den nerelerde ayrıldıklarını art arda sıralıyordu. Yani açıkça entelektüel bir meydan okuma tavrı vardı.
Aradan şu kadar hafta geçmesine rağmen, Beşikçi karşı karşıya kaldığı soru ve eleştirilere yanıt vermiş değil. Bu belirsizlik sürerken, Öcalan ve PKK karşıtı çevreler Beşikçi-PKK geriliminin kutuplaşma biçimi almasını dilerken, başlangıçta ağır top ateşine tutulan Kurdistan Post’un yazarları arasında ne yapıp edip bu gerilimi azaltma yönünde bazı çabaların olduğu görülüyor.
Bu noktada benim görüşüm, öncelikle Beşikçi’nin, Öcalan’a dönük eleştirilerini bilimci tavrının ötesine taşıyıp az konuşmasını ya da susmasını söylemek gibi bir önermesi olup olmadığına açıklık getirmesi gerektiğidir. Ortada öylesine laf olsun diye yazılıp çizilmiş ve temelsiz bir suçlama yoktur. Öcalan’ın Kürt ve Kürdistan tasarımına karşı çıkmak başka, bu konuda görüş bildirmesine karşı çıkmak başkadır. Ancak bu konu açıklığa kavuşturulduktan sonra tartışmanın sağlıklı bir biçim almasının yolu açılacaktır.
Selahattin Erdem, konuyla ilgili “Üç Çizgi” yazısında şunu söylüyor:
“İsmail Beşikçi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı eleştirebilir, ama ‘sus’ diyemez. Buna hakkı yoktur. Eğer böyle derse, o zaman Öcalan’ı boğmak ve susturmak isteyenlerle aynı safa geçmiş olur.”
Bu suçlamanın kaynağı Beşikçi’nin şu gibi ifadeleridir:
“Cezaevinde, devletin çok sıkı denetimi altında tutulan PKK liderinin, örgütünü yönetmesi, Kürtlerin önünü kesmeye çalışması yanlıştır. Bu, ahlaki bakımdan da yanlıştır.” (“Öcalan niye devlet istemiyor?”, 11 Kasım 2008, Kurdistan Post)
“Öcalan çok konuşan bir liderdir. Kanımca bu kadar çok konuşması gerekli değildir. Bunu, ‘Öcalan susturulsun’ şeklinde yorumlamak yanlıştır. PKK lideri bunu kendiliğinden idrak etmelidir. Çünkü Abdullah Öcalan, herhangi bir cezaevindeki 300 kişiden biri değildir … Tek başına bir cezaevinde tutulmaktadır ve devletin çok yoğun, çok sıkı denetimi altındadır. Böylesine ağır bir denetim altında ne konuşabilirsiniz? Ancak devletin istediği gibi, devletin istediği şekilde konuşabilirsiniz. Başka bir olasılık var mı?” (“Beşikçi Eleştirilerine Cevap”, 29 Kasım 2008, Kurdistan Post)
Bu alıntılar, Öcalan’ın devletin istediği şekilde konuştuğu varsayımı temel alınarak bir susma ya da az konuşma önerisinin geliştirildiğini göstermektedir. Fakat durum gerçekten buysa, Öcalan’a susmasını ya da az konuşmasını önermek saçmadır. Basitçe şu söylenebilir: Öcalan devletin Kürtleri sindirme politikasında araç haline gelmiştir.
Öcalan’ın bir şekilde Guzmanlaştığı ve Kürt hareketine zarar verdiği düşünülüyorsa, bunu idrak etmesi gereken de Öcalan’dan önce PKK yönetimidir. Ne de olsa dışarıda olanlar onlardır ve bir devlet hapishanesinde ağır tecrit altında tutulmak gibi bir mazeretleri de olamaz. Dolayısıyla, Öcalan’ın susmasını istemeyen mevcut PKK yönetiminin Guzmanlaşmanın da ötesine geçtiği kolaylıkla iddia edilebilir. Öyle ki, iş son zamanlarda moda olduğu üzere PKK’yi Ergenekon’un parçası kabul etmeye kadar gidebilir. Bu durumda Kürt halkını PKK yönetimine karşı uyarmak en doğrusu olacaktır. Öcalan’a liderlik vasfı yükleyen PKK’yi yüceltip, öte yandan Öcalan’a susmasını tavsiye etmek ne kadar anlamlı olabilir?
Öcalan’ın susmasını gerektiren varsayımlardan hareket edildiğinde ortaya çıkan absürd çerçeveye kapılmamak için, Öcalan-devlet, Öcalan-PKK, PKK-devlet ilişkilerinin Öcalan’ın az konuşmasının ya da susmasının özel önem kazandığı bir içeriğe sahip olmadığını kabul etmek gerekir. Beğenilir ya da beğenilmez, yürütülen bir PKK siyaseti vardır. Bu siyasetin İmralı ayağı, Kandil ayağı, DTP ayağı vs. vardır.
İnsan hakları savunusu açısından ne yapılması gerektiği bellidir: Devletin Öcalan’a dayattığı insanlık dışı pozisyonu reddetmek ve kendisini serbestçe ifade etme hakkına sahip çıkmak. Öcalan’ın Kürt ve Kürdistan tasarımının ve siyasetinin doğruluğu/yanlışlığı ise, tabii ki bilimsel düzlemde tartışılmalı ve elden geldiğince absürd önermelerin uzağında kalmaya dikkat edilmelidir. Böylece zoraki, temelsiz ve simetrik bir Beşikçi-Öcalan karşıtlığı imal etme girişimlerinin de önüne geçilebilir.
İlk yorum yapan siz olun