Çokkültürlülük konusu ele alınırken, aşın basitleştirildiğinde yol açıcı olduğuna inanmadığım bir tema sık sık tekrarlanıyor: Farklılıkların özgürce bir arada yaşaması. Kültürlerin etkileşime girmeden basit bir yan yanalık ilişkisi içinde özgürce yaşayabileceğini varsaymak hiç de gerçekçi değildir. Gerek etnik topluluklar gerekse taşıyıcılığını yaptıkları kültürler dinamik bir ilişki içinde, birbirlerini etkileyerek, dönüştürerek var olurlar. Söz konusu olan egemen bir etnik topluluğun ve taşıyıcılığını yaptığı kültürün bir diğerini yok etmeye çalışması bile olsa şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkabilir. Örneğin, ultra Türk milliyetçisi ülkücü camia sembol şarkıları ‘Çırpınırdı Karadeniz’i bir Ermeni ezgisi eşliğinde söylerken, yaşadığımız topraklardaki Ermeni kültürünün etkisini bize hatırlatma görevini başarıyla sürdürmektedir.
Günümüzde insanlar bir dünya kültürü ve bir dünyalı kimlik geliştirmek gibi yakıcı bir problemle karşı karşıya. Etnik veya ırk merkezli olarak kodlanan kültürler küresel bir vizyon edinebilmek için durup kendilerini sorgulamak zorundalar. ‘Farklılıkların özgürce bir arada yaşaması’ sloganı küresel vizyonun eşlik ettiği kültürlerarası sağlıklı bir diyaloğa zemin hazırladığı ölçüde işlevsel olabilir. Farklı kültürlerin barış içinde bir arada yaşamasını temenni etmek yetmez. Nasıl bir etkileşime girecekleri de çözümlenmesi gereken bir sorundur.
Dünya tiyatro literatürünü izleyenler gündemdeki en belirgin temalardan birinin ‘kültürlerarasılık’ olduğunu bilirler.1970’lerden itibaren deneysel ve öncü tiyatronun birçok önemli ismi uzun vadede ‘dünya tiyatrosu’ diyebileceğimiz bir tarzın olanaklarını araştırmaya başladılar. Geçmişten farklı olarak bu araştırmaların amacı Bati tiyatrosunun kendini merkezde görmeyi sürdürerek karşılaştığı yabancı kültürlerden birtakım ögeler devşirme çabası değildi. Dünya üzerinde yaşayan sayısız topluluğun sahip olduğu kültür hazineleri yeniden keşfediliyor ve haklan teslim ediliyordu. Örneğin, bedensel ya da vokal ifadenin olanaklarının araştırıldığında doğulu ve primitif teknikler salt esin konusu olmaktan çıkarılıp kendi evrenlerindeki işlevi de ele alınıyordu. Aceleye getirilen sentezleme çalışmalarına kuşkuyla bakılıyordu. Dünya tiyatrosuna bir kültürün diğerini özümsemesiyle veya kültürel farklılıkların silinip yerini başka bir şeye bırakmasıyla değil, kültürlerin dostça diyaloğuyla ulaşılmaya çalışılıyordu.
Kültürlerarası araştırma söz konusu olduğunda Türkiye tiyatrosunda mevcut eğilim baskın biçimiyle şu yöndedir: Türkçe tiyatro yapanlar post-modern ve kültürlerarası araştırmayı kışkırtıcı bir evrede olduklarını hissediyorlar, ama yerel ölçekte bu araştırmayı yapmaktan açıkça çekiniyorlar; Kürtçe tiyatro yapanlar zorlu ve gecikmiş bir modernleşme mücadelesi verirken kültürlerarası araştırma için gerekli motivasyonu kendilerinde bulamıyorlar; köklü bir geleneğe sahip olmalarına rağmen resmi azınlık statüsü taşıyan bazı toplulukların tiyatroları ise, kamusal alanda görünmeleri hala riskli olduğundan, içe kapanıklığı üzerlerinden atamıyorlar.
Türkiye’de yerel çokkültürlülük teğet geçilmeden dünya tiyatrosunun gündeme getirilmesi ciddi bir ihtiyaçtır. İleri bir aşama olmakla birlikte, mesele tek başına çeşitli dillerde yapılan tiyatroların yan yana görünmesinden, kamusal alanda kendilerini rahatça ifade edebilmelerinden ibaret değil. Kültürlerarası ifadeye izin veren biçim olanakların başlı başına bir araştırma konusu olmak durumunda.
İlk yorum yapan siz olun