KCK’nin Diyarbakır’daki bombalama eylemi nedeniyle özür dilemesinin önemli, ama umutlu olmak için yetersiz olduğunu daha önce belirtmiştim. Umutlu olmak için, PKK’nin dar askeri çizgiyi terk etmesinin ve örgütlü sivil direnişin önünü açmasının esas olduğunu vurgulamıştım. PKK çizgisindeki medyada yazılıp çizilenler ve KCK açıklamaları çoğaldıkça, umutlanmanın çok da doğru olmadığı anlaşılıyor. Örneğin ANF’nin konuyla ilgili son haberinin başlığı şöyle: “Diyarbakır Saldırısı Karışık!” Bu mesaj şöyle de okunabilir: Diyarbakır saldırısı ile ilgili olarak kafaların karışık tutulmasında fayda var.
Bir ara TAK ortaya çıkmış terör kategorisine sokulabilecek eylemlere imza atıyordu. Bu örgütün PKK’den bağımsız hareket ettiği varsayılıyordu. Devlete verilen mesaj kısaca şuydu: Eğer PKK’yi muhatap almazsanız, bu türden başı boş ve ne yapacağı belli olmayan intikamcı örgütlerle karşı karşıya kalmanız kaçınılmazdır. Bu politikanın mucidi PKK değildir. Nasıl ki devletlerin havuç ve sopa politikaları vardır; devletleşmek isteyen silahlı mücadele örgütlerinin de kendilerine özgü havuç ve sopa politikaları olmuştur.
Filistin davasının dünyaya duyurulmasında ve FKÖ’nün meşru ve resmen uluslararası bir varlık edinmesinde, örneğin 1972 Münih olimpiyatlarında İsrailli sporcuların ölmesiyle sonuçlanan silahlı propaganda eyleminin önemli bir payı vardı. Bu türden eylemleri düzenleyen silahlı propaganda örgütleri ne meşru bir varlık edindiler, ne de resmen muhatap alındılar. Fakat, örneğin FKÖ’nün meşrulaşmasında ve resmen muhatap alınmasında pay sahibi oldular.
İdeal olan silahlı propaganda eylemlerinin masum sivillere zarar vermeden yapılabilmesiydi. Fakat bunlar hassas ayarları tutturmanın çok zor olduğu eylemlerdi. İster teknik bir aksaklıktan, ister eylemin kötü planlanmasından, isterse eylemcilerin beceriksizliğinden olsun, sivil hasar meydana geldiğinde terörist suçlaması halk tarafından da geniş kabul görüyordu. Ayrıca, silahlı propaganda örgütleri sızmalar ya da manipülasyonlarla farkına varmadıkları bir gündemin yaratılmasına katkı sunabiliyorlar ya da gerçekte kontraların gerçekleştirdiği terör eylemleri bu örgütlerin üzerine yıkılarak at izi ile it izi birbirine karıştırılıyordu. Zamanla silahlı mücadele bir zafere ulaşma siyaseti olmaktan çıkmaya başladı ve örgütlü sivil direnişi öne çıkaramayan hareketlerin silahlı direnişi kolaylıkla terör kategorisine sokulabildi.
Diyarbakır’daki bombalama eyleminin PKK ile bağlantısız olması için dua eden çok oldu; çünkü, masum sivillerin öldüğü ve yaralandığı bir terör eylemine dönüşmüştü. Fakat, eylemin askeri hedefe yönelik olması ve Kürtler arasında geniş tepkiye yol açan TSK’nın Kandil bombardımanı sonrasında meydana gelmesi, ister istemez ilk aşamada PKK’yi akla getirdi. Enformasyon akışı arttıkça, eylemden gerçekten de PKK’nin sorumlu olduğunu düşünmek makul hale geldi. Nihayetinde KCK yetkilileri çıkıp halktan özür dileyerek belki de kendi adlarına bir ilki gerçekleştirdiler. Böylece, PKK’nin artık bu tip eylemleri daha fazla teşvik etmeyeceği yönünde bir kanaat oluşmaya başladı.
Buna karşılık, “Diyarbakır Saldırısı Karışık!” demenin bir inandırıcılığı olmadığı gibi, bir çizgi değişikliğinin de gündemde olmadığı anlaşılıyor. PKK neredeyse suçüstü yakalanmış sıradan bir devlete benzer şekilde çelişkilerle dolu açıklamalar yapıyor. Bir yandan Kürt halk muhalefetini örgütleme adına sempatizanlarını ve kadrolarını şiddet içeren ve teröre dönüşme olasılığı yüksek eylemlere teşvik etmek; diğer yandan, istenmeyen sonuçlarla karşı karşıya kalındığında, merkezi ve resmi sorumluluğumuz yoktur demek, akla ve mantığa uygun değildir.
Bugün Kürt hareketinin sorunu, PKK’nin dar askeri çizgisini aşamaması ve örgütlü bir halk muhalefetinin kurumlarını yaratmaktan uzak bir tarza gömülmesidir. KONGRA-GEL ve KCK gibi yapılar PKK’nin parti-devlet anlayışını aşmaktan ve Kürt hareketine demokratik ve katılımcı bir içerik kazandırmaktan uzak yapılardır. PKK 2000’lerin başında yükselişini sürdüren geniş halk desteğine dayanarak kapsayıcı bir toplumsal örgütlenme modeli geliştirmek için uğraşacağına, bir çeşit mirasyedi kavgasına sahne olmuş, 2004 itibariyle de dar askeri çizginin hakimiyetini ilan ederek parti-devlet anlayışını daha da pekiştirme yolunu tutmuştur. Sonuç aşama aşama Kürt halk muhalefetinin likide edilmesidir.
Bu erime sürecinin bir yerde durup durmayacağı konusunda daha net tespitler yapabilmek için, önümüzdeki yerel seçimler kritik veriler sunacaktır. Artık Kürt hareketinin büyüme eğilimini değil, daha fazla kan kaybeder mi ya da erime nerede durur onu tartışıyoruz. Bir terör eylemine dönüşen Diyarbakır’daki bombalama eylemi, bu olumsuz gidişatın tuzu biberi olmuştur denilebilir. Yeni kuşaklar yükselen bir Kürt hareketinin değil, düşüşe geçen bir Kürt hareketinin sorunları üzerine kafa yormak ve sorumluluk almak durumundalar.
İlk yorum yapan siz olun