Geç Osmanlı devletinin ve sonrasında bayrağı devralan TC devletinin Türkiye’deki gayri Müslim toplulukları neredeyse tamamen ortadan kaldırmak gibi bir “başarısı” var. Ermeniler söz konusu olduğunda bu başarı geniş çaplı soykırımı da içeriyor. Yüzyıllar boyu birbirini ve sömürge ülkelerin halkların boğazlayarak ulus devletlerini kuran Batılı toplumları taklit etmenin bir bedeli bu. Osmanlı devletini Türk devletine dönüştürmek için, Ermenilerin zorla düşürüldükleri sürgün yolunda ve Suriye çöllerindeki toplama kamplarında katledilmeleri gerekti. Böylece bir gün dönüp vatan topraklarının kapısına dayanmaları ihtimali neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı.
Ermeni yurdu olarak anılabilecek tek karış toprağın bile çok görülmesi yetmedi; metropol Ermenilerinin “gönüllü” sürgünü düzenli olarak teşvik edildi. Varlık Vergisi Kanunu (1942) ve 6-7 Eylül olayları (1955) en çarpıcı vakalardır. Kıbrıs Harekâtı (1974) ve sonrasında meydana gelen Asala saldırıları vesilesiyle İstanbul’da gayri Müslimlerin yoğun olarak yaşadığı pek çok semtin Türkleştiğine şahit olduk. Biraz malı mülkü olan yurt dışına çıkmanın yollarını arıyordu. Bu tarihsel süreçte, 1915’teki milyonluk tehcir ve katliamlardan sonra bile yüz binlere ulaşabilecek Ermeni nüfusu on binlere geriledi.
Ermeni sorunu bir yerde gelip şöyle oldu böyle oldu ama soykırım da oldu mu sorusuna verilecek yanıta dayanır. Ermenilerin soyunu kurutmak geç Osmanlı devletine hükmeden İttihatçıların etnik temizlik programının bir parçasıydı ve bugüne kadar bu programın yol açtığı devasa insani tahribatın kısmen de olsa telafi edilmesi için ciddi bir adım atılmadı.
Bazı liberal aydınların öncülüğünde başlatılan “Ermeni Kardeşlerimden Özür Diliyorum” kampanyası, soykırım gerçekliğini Türklüğün ve Türk devletinin inşasında reel-politik bir gereklilik olarak sunan ve hukuki demagojiyle sulandıran kesimlerce tabii ki bir skandal olarak yorumlanmaktadır. Buna karşılık, açıkça soykırım ya da tehcir ve katliam vardır diyen çevrelerde de kampanyanın eğrisi doğrusu tartışılıyor. Kürdistan Post sitesinde bu konuda yayımlanmış bir yazı dikkatimi çekti. Hülya Yetişen’in “Ermeni Jenosidi ve Kürtler” adlı yazısı sonuç olarak kampanyayı ehven-i şer olarak niteliyor ve ancak kayıt konularak desteklenebileceğini savunuyor. Konulan kayıt özetle şöyle ifade edilebilir: Kürtler de katliamlara uğradı; dolayısıyla onları yok sayan bir kampanya eksik kalmış demektir. Dahası: “Geçmişle yüzleşmek için bir halkın yok olması gerekmiyor.”
Bana göre kampanyanın en büyük zaafı Ermeniler dâhil tüm gayri Müslimlerin geçmişten gelen haklarının ciddi bir savunusunun yapılmaması. Somut ve gerçekçi taleplerle ortaya çıkılmadığı sürece, bu tip kampanyaların Türkiye şartlarında ihtiyaç duyduğumuz pozitif skandalları üretebileceği pek söylenemez. Kampanyayı yürüten aydınların olası resmi Ermeni açılımının kararlı hale getirilmesi yönünde çekingen ve sembolik bir çıkış yapıyorlar. Ayrıca, Ermeni soykırımı konusunda Türklerle Kürtleri aynı kefeye koymak gibi bir yaklaşım geliştiriyorlar – ki bu Kürt aydınları tarafından kapsamlı bir şekilde tartışılmaya değer bir noktadır.
Ermeni tehciri ve katliamına Kürtlerin ya ortak olduğu ya da seyirci kaldığı aşikârdır. (Öyle ki, “Salkım Hanımın Taneleri”nin yazarı Yılmaz Karakoyunlu işin suyunu çıkarıp suçun büyüğünü Kürtlerin üzerine atmaya dahi kalkışmıştı.) Fakat, Ermeni soykırımının ardından zora dayalı asimilasyonla karşı karşıya kalan ve etnik çürümeye mahkûm edilen Kürtler, gayri Müslim komşularının kaderlerini paylaştılar. Zo diyenler bitmiş, sıra Lo diyenlere gelmişti. Kürtlerin Ermeni tehciri ve katliamlarını kapsamlı bir şekilde planlayıp organize eden bir devleti olmadı ve mazluma vurmanın ya da sahip çıkmamanın bedelini çok geçmeden ödemeye başladılar.
Büyük çoğunluğu Müslüman olan ve Kurtuluş Savaşı’na katılan Kürtler her şeye rağmen şanslıydı. Dersim katliamı gibi bölgesel soykırım uygulamalarına maruz kalmakla birlikte, çoğalmayı sürdürerek Türkiye’nin nüfus yapısı üzerinde ciddi bir baskı kurdular. Buna Soğuk Savaş sonrasının uygun şartlarında biraz da siyasi irade eklenince, liberal Türk aydınlarının Kürtler karşısında vicdanlarının sızlaması ihtimali hayli düşük seyretmeye başladı. Pek adil bir yaklaşım değil, ama Kürtlerin hali hazırda açığa çıkarmakta zorlandıkları güç potansiyelini ima ettiğini kabul etmek gerekiyor.
Kürt hareketi adına Ermeni sorunu karşısında netlikle söylenebilecek olan, somut bir çözüm önerisi ortaya koyma sorumluluğu taşıdığıdır. Kürtler Kürdistan’ın aynı zamanda (yoksa sadece bir zamanlar mı?) Ermenistan olduğu gerçeğini tartışmıyor. Yanıtı verilmesi gereken soru belli: Kürdistan’da Ermeni dokusunun canlandırılması için ne yapılabilir? Pratikte etnik ve dinsel parselasyona tabi olmayan bir vatan kavrayışına ulaşmanın olanaklarını araştırmanın reel-politik geçerliliği sorgulanabilir, ama çok somut ahlaki bir yükümlülük olduğu açık.
İlk yorum yapan siz olun