Kültürel Çoğulcu Gündem’in iletişim gurubunda bazı olgulara dikkat çekmek için mail atılır. Bunlardan bir tanesi Gündem gazetesinin yine (dördüncü kez) kapatılması ile ilgiliydi. Çok ilgi çektiği ve heyecan uyandırdığı söylenemez. Terörle Mücadele Yasası’nın (TMY) resmen kanunlaşmasından sonra, PKK’yi ve başta A. Öcalan olmak üzere lider kadrosunu meşru gösteren her haber ya da yazı Gündem’in kapatılmasına gerekçe olarak gösterilebilirdi. Gündem de bunu yapmayı sürdürdü. Dolayısıyla, Gündem’in dördüncü kez kapatılması şaşırtıcı bir olgu değil, hatta alışkanlık yaratmış durumda.
Gündem gazetesinin hitap etmeye çalıştığı kitlenin PKK ve lider kadrosunu meşru kabul ettiği bir gerçektir ve bu kitle DTP seçmenlerinin de ötesinde bir yaygınlığa sahiptir. Daha doğrusu, PKK ve lider kadrosuna Kürtler’in bakışı ile resmi devlet kurumlarının bakışı birbirine tamamen zıttır. Hatta öyle durumlar vardır ki, devlet adına PKK gerillaları ile savaşan korucuların bile, Kürtler adına kendilerinden fazla PKK’yi meşru gördükleri söylenebilir.
Kürtler arasında genelde PKK’nin meşruiyeti tartışılmaz, esas olarak Kürtleri temsil yeteneği ve başarısı tartışılır. Meşruiyet tartışmasını yürütenler, bir şekilde “Kürt aydını” kimliğini ana akım medyanın vitrininde sergileyen çok az sayıda kişi ve çevredir. Kürt halkı bunlara itibar etmemekte, onlar da bu durumu, halkı örneğin “köylü” olmakla suçlayarak ya da halktan kopuk konumlar almalarını sürüden ayrı düşmüş modern aydının yalnızlığına bağlayarak açıklamaktadırlar. Ama yine de umut vardır; eğer DTP başının belası haline gelmiş PKK’yi kaale almama cesareti gösterirse, onlar yalnızlıklarından, Kürt halkı da körlüğünden kurtulma iradesine sahip olduğunu gösterebilecektir.
Gündem Kürt halk kitlesinin bakış açısını yansıtma iddiasında olan bir gazete olduğu için, mecburen PKK ve Öcalan’a meşru bir varlık atfetmekte ve ister istemez sürekli kapanma tehdidi yaşamaktadır. 2005 yazında TMY geliyorum demişti; “teröre karşı mücadele” için medyanın denetim altına alınması şart görülüyor, ABD’deki 11 Eylül saldırısının ardından gelişmiş Batılı ülkelerdeki özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler örnek olarak gösteriliyordu. 301 gibi maddeler daha ziyade ulus devleti restore etme derdindeki resmi ideolojinin denetimini kabul etmeyen aydın çevrelere dönük olarak öne çıkarılırken; TMY “terör örgütü” PKK ya da “terörist elebaşı” Öcalan’ı meşrulaştırma girişiminin her türlü versiyonunu boğmak için kanunlaştırıldı. Bunlar çok açık ve sonuçları da öngörülebilir gelişmelerdi. Sonra Gündem’in rutin kapanma dönemine geçildi. Şu sıralar yine ve dördüncü kez kapandığını öğreniyor ve şaşırmıyoruz.
Alışıyor muyuz? Kritik soru aslında bu. Türkiye’de Kürt halkı adına söz söyleme iddiasına sahip tek Türkçe gündelik yayın organı dördüncü kez kapatılıyor, ama kendi içinde daralmaya devam eden bir çemberin protesto konusu olmanın ötesine geçemiyor. En fazla Eren Keskin gibi insan hakları aktivisti bazı “eski dostlar” sesini yükseltiyor, ama onların da bu daralan çemberin dışına çıkarak bir açılımı temsil edemedikleri bir gerçek.
Peki bu nasıl oldu? Sorunun yanıtı gayet net bir şekilde verilebilir: Gündem ve bağlı olduğu daha geniş Kürt medya ağı hiçbir zaman ifade özgürlüğü mücadelesinin aktif ve kalıcı bir öznesi olmayı kabul etmedi. Her zaman sahip çıkılmayı bekleyen mağduru oynamayı tercih etti. Bu bir oyundu ve demokratik bir cumhuriyet için verilecek mücadelenin gündemleştiği 2000’li yıllarda inandırıcılığı azaldı; daha derinde yatmayı sürdüren anlayış ifade özgürlüğü mücadelesinin içsel bir kabulün konusu olmaması ve önemsizleştirilmesiydi.
Bazen gerekçe olarak öne sürülen şu oldu: İfade özgürlüğü mücadelesi kendiliğinden saf ve temiz bir mücadele alanı oluşturmaz; aksine, bu mücadele alanı da kirletilmeye ve rant ilişkileri geliştirilmesine alabildiğine müsaittir. Biz de önlem olarak kadrolarımızı bu alandan uzak tutalım; bırakalım bu işlerle “dost” bildiklerimiz uğraşsın.
Çok doğru; her insan yapımı faaliyet gibi ifade özgürlüğü mücadelesi de etik olarak sorunsallaştırılabilir ve kirlenmeden korunması için de mücadele etmek gerekir. İlkesel olarak değil, ama kendiliğinden ifade özgürlüğü mücadelesinin kirlenmeye karşı bağışıklığa sahip olduğu iddia edilemez.
Öyleyse, ifade özgürlüğü mücadelesi “kaçkınlığının” bir değil, iki zaafı olduğu söylenebilir. Birincisi mücadelenin dışsallaştırılması ve önemsizleştirilmesidir; ikincisi kirlenme riskine karşı tavır almamak ve mağduru oynayacağım diyerek buna göz yummak ve ortak olmaktır.
İşte böyle böyle alıştık Gündem’in kapatılmasına ve Kürdi gündemin karartılmasına…
İlk yorum yapan siz olun