İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kürt Hareketinin Solda Çatı Partisi Arayışı

15 Nisan’da Kurdistan-Post sitesine uğradığımda, 14 – 20 Nisan tarihli Yeni Bakış’ta Cengiz Kapmaz imzasıyla yayımlanan “Çatı Partisine Doğru” adlı yazıyı okuma imkanım oldu. Amaç hem soldaki boşluğu doldurmak hem de solun da ötesinde, demokrasiden yana herkesi kapsayabilecek bir parti ihtiyacını gidermekmiş. Projeye sıcak bakan EMEP de solda birlik arayışının yaklaşan yerel seçimlere endeksli olmamasına özen gösterilmesi gerektiğine vurgu yapmış.

Kürt hareketinin her seçim döneminde halka yaşattığı tuhaflıklara alıştık. Bu defa da yerel seçimlere endeksli olduğu besbelli ve kitle temeli olmayan suni bir birlik havası yaratılmak isteniyor.

Bir Kurdistan-Post okuru haberi şöyle değerlendirmiş: “Ben bunu hiçbir zaman anlamadım. Acaba DTP ne yapmak istiyor yani oyları % 0,01 olan bu partilerle ne diye çatı partisi kurulmak istenir anlamadım. Ne medet umulur ne çıkarları olunur; sadece solculuk oynamak adına atılacak adımlardan birisi ya da Türkiye partisi olma sevdası ama bunu bilmezler mi ki DTP ne kadar istese de Türkiye partisi olamaz. Onun yerine kendi özüne dönse, yani tarafsız aydin yazar çizerlerine dönse ya da ne kadar pasif ve hatalı olsa da HAK-PAR ya da KADEP ile anlaşmaya uzlaşmaya ve de konuşmaya çalışsa bu daha iyi olmaz mı?”

Bunlar PKK’ye şöyle ya da böyle mesafeli ortalama bir Kürt milliyetçisinin temennileri olarak kabul edilebilir. Benim görüşlerim bu okurun yorumuyla pek örtüşmüyor. DTP’nin kitle temeli aşınmış ve kadro cemaatleri haline gelmiş sosyalist partilerle bir çatı partisi arayışına girmesi, kitlelerin değil, kadroların buluşmasını zorlamak anlamına geliyor ve hem manipülatif hem göstermeliktir. EMEP’in açıklamalarının aksine, solda çatı partisi arayışlarının yerel seçimlere doğru imaj tazelemenin ötesinde bir önemi yoktur. DTP’nin bölgeci ve etnik yapısını gerçekten aşmaya çalıştığını ve bu yönde çalışmalar yürüttüğünü düşünmüyorum. Bunu söylerken, tabii ki halkla ilişkiler alanında neler olup bittiğine odaklanıyorum.

DTP’nin sorunu, Türkiye’nin batısına göç eden ve yerleşik hale gelen politize Kürt kitleleri aracılığıyla Türkiyeli bir kimlik edinememiş ve bu gidişle de edinemeyecek olmasıdır. Türk soluyla yapıcı bir buluşma, yerelde ve kitle temeli üzerinde yükselen kültürel çoğulcu yapıların inşa edilmesinden geçmektedir; parti bürolarında siyasi kadroların yürüttüğü pazarlıklardan değil. Bu yapılamadığında, İstanbul’da ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras’ı Kürtlere seçtirmek gibi tuhaflıklara imza atmak kaçınılmaz hale gelmektedir. ÖDP’li kadroları daha bir Kürtsever yapmaya çalışmak ve kurucu kadrolar arasındaki çelişkileri Kürtler lehine arttırmak DTP’nin işi olmamalıdır. Zaten sonuçlar ortada: Ben bugüne kadar Ufuk Uras’ın kendisini parlamentoya yollayan İstanbul Kürtlerinin somut ve hayati de olabilen sorunlarına eğildiğini ve dillendirdiğini ne duydum, ne gördüm. Duyan veya gören biri varsa beri gelsin. Bu örnekten de analaşılabileceği gibi, DTP’ye de hakim olabilen “adaylığa odun koysak onu da seçtiririz” anlayışından vazgeçilmesi gerekmektedir. Artık ayıp oluyor.

Yıllardır anlatmaya çalışıyoruz: Ne zaman DTP halk tabanında tutarlı bir şekilde Türkiye’nin demokratikleşmesine endeksli bir toplumsal hareketin yasal düzeyde siyasi temsiliyetini üstlenir, o zaman özlenen çatı partisi “kendiliğinden” kurulmuş olur. Bu, parti bürolarında kadroların yürüttüğü siyasi pazarlıklarla çözülebilecek bir sorun değildir.

Yok eğer DTP’nin derdi Kürdistan’la sınırlı kalmak, Kürt nüfusunun yarısından fazlasının gönüllü-gönülsüz asimilasyon sürecinde erimesini seyretmek ise, yukarda değerlendirmesini aktardığımız Kürt milliyetçisi okur tabii ki haklıdır: Öncelikli ve biricik hedef, Kürdistan’daki kitlenin en geniş temsilini sağlayabilecek bütüneştirici bir siyasetin hayata geçirilmesi olmalıdır. Fakat, siyaseten ve bilimsel olarak yanlış olduğunu düşündüğüm bu çizgi izlense bile, bazen tek kişiye dahi indirgenebilecek Kürdi fraksiyonlarla işbirliğine gitmenin sonuç alıcı olamayacağını da görmek gerekir. Buna karşılık, DTP islami ve genel orta sınıf duyarlılıklarını da gözeten bir siyaset yürütür ve bu yöndeki parti karolaşmalarını da teşvik ederse, Kürt partisi olma vasfını elbette ki daha da pekiştirebilir.

Bu yazıda vurgulamaya çalıştığım, DTP’nin Türkiyelileşme kaygısının doğru olduğu, ama bu meselenin kitle temelinden yoksun kadro cemaatleriyle bütünleşerek çözülemeyeceğidir. Ulusalcı cephe ile arasına mesafe koyan Türk solu, toplumdan kopuk yaşayışını DTP ile bütünleşerek değil, DTP ile bütünleşmenin kitle temelini az çok oluşturduktan sonra aşabilir.

Kürt hareketinin 1990’lardan kalma ve 2000’lerde yasalcı bir çerçeve edinmiş yapay bir Türk solu yaratmak gibi alışkanlıkları var. Bu tarih açıkça ve ciddi bir şekilde çözümlenip eleştirilmediği için, çatı partisi düşüncesi bir maharetmiş gibi her seçim döneminde yeniden ısıtılıp halkın önüne getiriliyor. Bu yaklaşımın umutsuzluğunu göstermek için, örnek olarak Kürt hareketinin himayesindeki SDP verilebilir. SDP, uzun süredir parti kadroları arasında yaşanan cinsel taciz tartışmalarının böldüğü bir parti. Bu tartışmaları biraz yakından izleyen birisi, cinsel taciz gibi önemli bir suçlamanın saptırılarak siyasi magazin konusu haline getirildiğini ve sonrasında SDP’den ayrılmak için bir bahane olarak kullanıldığını görebilir. Sonuçta bu tartışma, son yıllarda zayıflayan ve Kürt kadınları meydanlara çıkmadığında bin kişiyi dahi bir araya getirmekte zorlanan kadın hareketi aktivistlerini yıprattığı gibi, SDP’nin bir kitle partisi olma yolunda kuruluşundan beri yaşadığı tıkanıklığı aşamadığını ve nihayetinde bir kadro cemaati olarak çözülme evresine girdiğini göstermiştir.

Bu arada, 2007 genel seçimine doğru ulusalcı mitinglerin kadınlarla dolup taştığı ve bu kitlenin önemli ölçüde sol tabandan devşirildiğini, bu operasyonun Genelkurmayın feda ettiği Ergenekon çetesiyle doğrudan bağlantılı olduğu vs. göz önünde bulundurulduğunda, durumun vehameti daha kolay anlaşılabilir. ÖDP, SDP, EMEP gibi şu ya da bu düzeyde ulusalcı cephe ile arasına mesafe koyan sol partiler, yönetimlerinde etkili, hatta başat oldukları DİSK ve KESK gibi sendikalarda dahi önemli sayılabilecek bir kitle temeline sahip değildirler. Bu sendika üyelerinin milyonlara ulaşan oy potansiyeli ile seçimlerde alınan oylar karşılaştırıldığında, durum hemen anlaşılabilir. Kürt hareketini düzenli olarak etnik indirgemecilikle veya milliyetçilikle suçlayan Türk solunun sınıfla ilişkileri öyle bir biçim alabilmektedir ki, ırkçı yaklaşıma sahip ulusalcı cepheye taban hazırlanmasına dahi hizmet edebilmektedir.

Türkiye açılımını gerçekleştiremeyen Kürt hareketinin Türkiye’de sol hareketin yaşadığı krizin de asıl öznesi olduğunu tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor. DTP’nin Türkiyeli kimliğe yabancılığı ve bölgeci karakteri, Soğuk Savaş sonrasında toplumdan kopuk kadro cemaatlerine dönüşen sol partilerle çatı partisi kurmak gibi çarpık ve göstermelik bir siyaseti özendirdiğine kuşku yok. Yerel seçimlere doğru bir kez daha tartışmaya açılan çatı partisi girişimi, Kürt hareketinin gerçek bir Türkiye siyaseti olmadığını, bölgeci ve etnik bir karakterde ısrar ettiğini gösteriyor.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTurkish